23 Mart 2013 Cumartesi

CELLAT HUKUKU / Ataol Behramoğlu




    Özenilecek bir yanı olmasa da cellatlık da bir meslek olduğuna göre bir hukuku olsa gerek.
    Bilinen en eski yöntemlerden biri, bizde de kullanıla gelen, bu gün de bazı ülkelerde yürürlükte olan, sehpada insan yaşamına sehpada son verilmesidir.
    Yanı sıra akla giyotin geliyor. Fransa’da idam cezası yürürlükte olsa, herhalde yine giyotin kullanılırdı.
     Amerika’da elektrikli sandalye hâlâ kullanılmakta mı, yoksa şırıngayla damardan öldürücü sıvı verilerek mi bu iş hallediliyor?
     Çin’de nasıldır bilmem.
      Ruslar sanırım kurşuna diziyorlar.
      Suudi Arabistan’da, giyotinin kol kuvvetine dayalı doğal biçimi olarak, yine sanırım “İslamî” yöntem sayılarak, kılıçla kafa kesiliyor.
      Nitekim Suriye İslamcı Özgürlük  ordusu denilen  cellatlar da bu yöntemi uygulamaktalar.
        Bizde Hizbullah, kurbanlarını domuz bağı denilen bir tarzda bağlayıp canlı canlı gömerek “infaz” ediyordu…
       Cellat hukuku derken,nerelere geldik… Konumuza dönelim…
        Bir kamu görevlisi olarak celladın da maaşı, neye göre saptandığını bilemesem de herhalde primi ve kuşkusuz emekli olma hakkı,bir emeklilik maaşı vardır…
      Ülkemizde, arada bir dile getiriliyor olsa da,  kamusal bir  görev olarak bu meslek çok şükür ortadan kalktı…
       Fakat kötü ünü ürkütücülüğünü  sürdürüyor…

       ***                                      ***                           -***

     Kamu görevlisi olarak celladın, vicdanla bir sorunu olabilir mi?
     Kendisine böyle bir  soru sorulsa, her halde,  ‘ben mesleğimin gereğini yerine getiriyorum’ diyecektir.
     Peki, diyelim ki günün birinde bir idam kararını yerine getirecek tek bir insan bulunamayacak olsa, ne olacak?
    İnfazı, savcılar, yargıçlar mı gerçekleştirecek?
    Soruyu sorduğum anda saçmalığını da görüyorum…
     Kimsenin cellat olmayı kabul etmeyeceği bir toplumda, zaten cellada da gerek kalmamış demektir…
 ***                              ***                    ***

   Usa vurmayı, bu kez tam tersinden sürdürmeyi deneyelim…
  Ya cellat aynı zamanda hem savcı,hem yargıçsa…
  Cezayı isteyen, hükmü veren, infazı gerçekleştiren aynı kişiyse?
   Savcı ve yargıç, cellat gibi davranıyor, celladı aratmayacak biçimde ceza isteyip hüküm  veriyor, cellatlık işlevini cellada gerek kalmaksızın yerine getiriyorsa?
  O zaman buna ne diyecek, vicdanla ilgili soruyu nasıl yanıtlayacak, böyle bir durumu hukuk kavramı bakımından nasıl adlandıracağız?
     Cellat hukuku olarak mı?..

      ***                     ***                             ***
  Bunları okuduğunuzda birçoğunuzun aklından hangi dava adlarının, hükümlerin, cezalandırma taleplerinin geçtiğini   tahmin ediyorum…
    Acaba neden?
    Sorunun çok  açık olan yanıtını, edebiyatın diliyle  vermeye çalışalım…
    Bu sütunda büyük bir halk ozanımızın aşağıdaki iki dizesinden esinlenerek yazdığım bir şiirim yayınlanmıştı:
      “Yedikleri yoksul eti/İçtikleri kan olmuştur
     Bu iki dizenin üzerine, şiire giriş olarak yazdığım dizeler  şöyleydi:       
      “Kıran vurdu memleketi/Zalimler hakan olmuştur…”
    Birkaç gündür, “zalimler” sözünü zihnimden “cellatlar” diye geçirdiğimi fark ettim…
      Halk ozanımızın  dizelerindeki “yoksul eti” sözü ise, bazı kaynaklarda “insan eti” olarak geçer…
     Şimdi ilk kıtayı bu biçimiyle okuyalım:
     “Kıran vurdu memleketi/Cellatlar hakan olmuştur/Yedikleri insan eti/İçtikleri kan olmuştur”
        Mademki başladık, bir çoğunuzun zaten okumuş olduğunu tahmin ettiğim  söz konusu  şiirimin   son kıtasını da birlikte anımsayalım:
           “Sesime kulak ver gülüm/Tutsaklığa yeğdir ölüm/Nerde varsa böyle zulüm/Çaresi isyan olmuştur”…


Ataol Behramoğlu/Cumartesi Yazıları/230313        

Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.