29 Kasım 2012 Perşembe

23 ARALIK PAZAR GÜNÜ SAAT 17.00 DA BOSTANCI GÖSTERİ MERKEZİ'NDE BULUŞUYORUZ.

FERMAN PADİŞAHIN, ÜLKE BİZİMDİR.

23 ARALIK PAZAR GÜNÜ SAAT 17.00 DA BOSTANCI 
GÖSTERİ MERKEZİ'NDE BULUŞUYORUZ.
-şarkılar-şiirler-oyunlar-filmler ve elbette söylenecek sözler-
TÜM HALKIN KATILIMINA AÇIK-


Tarık Akan, Edip Akbayram, Onur Akın,Sunay Akın,Üstün Akmen, Alaattin Aksoy, Mehmet Aksoy, Aytaç arman, Hayati Asılyazıcı, Semir Aslanyürek, Engin Ayça, Orhan Aydın, Rutkay Aziz, Kürşat Başar,Cezmi Baskın,Bedri Baykam, Nihat Behram,Ataol Behramoğlu, Cahit Berktay, Metin Coşkun,Tuncer Cücenoğlu,İsa Çelik, Nevzat Çelik, Haluk Çetin, Meral Çetinkaya, İsmail Hakkı Demircioğlu, Metin Demirtaş, Nuri Dikeç,Atilla Dorsay, Leyla Erbil, Bilgesu Erenus, Genco Erkal, Altan Erkekli, Erdal Erzincan, Mert Fırat,Müjdat Gezen, Altan Gördüm, Mehmet Güleryüz, Tarık Günersel, Hüseyin Haydar, Emin İgüs, Levent İnanır, Özdemir İnce, İlhan İrem, Ekrem Kahraman, Bülent Kayabaş,
Yıldız Kenter, Erol Keskin, Suna Keskin, Tuğrul Keskin, Arif Keskiner, Levent Kırca, Mine Kırıkkanat, Nuri Kurtcebe, Orhan Kurtuldu, Kemal Kocatürk, Mustafa Köz, Küçük İskender, Zeynep Oral, Yılmaz Onay, Nedim Saban, Vedat Sakman, Sali, Menderes Samancılar, Ferhan Şensoy, Burhan Şeşen, Cihat Tamer, Yavuz Top, Gülsen Tuncer, Cüneyt Türel, Yaman Tüzcet, Metin Uca, Ersan Uysal, Nejat Yavaşoğulları, Ender Yiğit, Ümit Zileli,Yücel Erten,
Aptullah Nefes, Arif Erkin, Erendüz Atasu, Sadık Gürbüz
Sevgi Özel, Güvenç Dağüstün, Çetin Öner, Halük Işık
Levent Ülgen, Sabri Ejder Öziç, Murat Kaya, Hakan Bezirci
Mehmet Ergen, Işık Yenersu, Muzaffer Akyol, Erkut Uzelli
Celile Toyon, Aslı Öngören, Ayten Uncuoğlu, Gökhan Cengizhan
İrfan Ertel, Tolga Savacı, Elif Türkan Çölok, Suzan Aksoy
Umur Bugay, Osman Şengezer, Ufuk Karakoç, Hakan Bezirci
Murat Kaya, Ahmet Sezerel, Nurşim Demir, Eftal Gülbudak
Devrim Karaca, Enver Aysever, Burhan Zorlu, Nuri Dikeç
Gülşen Karakadıoğlu, Taner Barlas, Yüksel Aymaz, Ragıp Yavuz
Selah Özakin-Gökhan Cengizhan,Zafer Doruk, Mehmet Zaman Saçlıoğlu, İbrahim Baştuğ, Saadet Bilir, Halilİbrahim Özcan, Ayten Mutlu, Zeki Sarıhan, İsmail Arslan, Alper Akçam, SonerDemirbaş, Nalan Barbarosoğlu, Öner Yağcı, Lale Dilligil, Tahsin Şimşek, MucizeÖzünal, Orhan Tüleylioğlu, Güney Özkılınç, A. Bülent Yardımcı, Müyesser Güner,Cem Erdeveciler, Ali F. Bilir, Hakan Sürsal, Neşe Karel, Mavisel Yener, FatihAtila, Murat Devrim Dirlikyapan, Atalay Girgin, Tülin Dursun, Şaban Aktaş, ErayKarınca, Günay Güner, Halil Şahan, Coşkun Karabulut, Erdal Atıcı, Mi,neErgen, Gülderen Canyurt, Murat Demirkol,F. Özel Arabul, Betül Akdağ, Nalan Çelik, Münevver Oğan, Nurittin Yıldıran,Mitat Çelik.

26 Kasım 2012 Pazartesi

CHP’NİN TEHLİKELİ İKİLEMLERİ / BEDRİ BAYKAM




              Geçen hafta “Seyit Rıza” meselesi üzerinden yaşanan kriz, CHP açısıdan da son derece kritik bir yol ayrımına işaret ediyor. CHP yaşanan ağır tartışmaları yok sayarak bu ideolojik çifte başlılığına acilen son vermezse, önümüzdeki her seçim sürecinde hayal kırıklığı yaşamaya mahkum.
             Kılıçdaroğlu, Genel Başkanlık koltuğuna oturduğundan beri “ezber bozmak” adına -ANAP’ın “dört eğilim”sapmasını hatırlatan bir tavırla- liberal, ılımlı islamcı, Kürtçü, yani CHP’nin genel ideolojisi ve Cumhuriyet’in kuruluş felsefesine aykırı milletvekilleri, Parti Meclis Üyeleri seçtiriyor. CHP lideri bu sayede Partisine hem Güneydoğu’dan, hem “müslüman” siyaseti (!) öne çıkaranlardan hem de merkez liberallerinden oy akacağını sanyor. Üzerinde durmaya bile gerek yok, bu oportünizm kokan ideolojik biçim bozmanın bir geri adım dönüşü olacağını sanmak en iyi ihtimalle aşırı iyi niyet veya siyasi saflık.
             CHP, Kılıçdaroğlu döneminde yaşadığı seçim ve referandum süreçlerinde beklenen oy patlamasını yapamadığı gibi, neredeyse birçok açıdan Baykal CHP’sinin gösterdiği potansiyel yükseliş ivmesinin beklentilerinin gerisinde kalıyor. Büyük umutlarla ve hatırı sayılır bir rüzgarla başlayan bu serüven, bu nedenlerle şimdilik yarattığı umudu dağların arkasına bıraktı. AKP bu sayede 10 yıldır iktidarda olmasına ve halktan bu kadar tepki görmesine rağmen karşısında kendisini yerinden edebilecek bir muhalefeti bile olmayan Parti oldu. Dikensiz gül bahçesinde gezinerek yarattığı tek sesliliğin keyfini Parlamento’da çıkarıyor.
           CHP “herkese yaranayım” mantığıyla şekillenen kaygan tavırlarıyla kendisi için marjinal sayılabilecek kesimlerden oy alamadığı gibi, esas kendi arka bahçesi olan Ulusalcı, Atatürkçü, Cumhuriyetçi-Demokrat insanların ışık hızıyla Parti’den uzaklaştığını göremiyor. Bırakın seçmenleri veya üyeleri, CHP’nin yönetim organlarında yer alan insanlar, sürekli muhatap oldukları bu “Y-CHP” saldırısından kaçarak istifa ediyorlarsa veya Parlamento Grubu’nda kazan kaldırıyorlarsa, artık Parti için oturup düşünme vaktidir. Bütün bu şizofrenik parçalanma ve kafa karışıklığının kökeninde Kılıçdaroğlu ekibinin “CHPli gibi CHPliler”yerine her çeşit ithal düşünce sahiplerini öne çıkararak seçimlere ve Parlamento’ya girmeleri ve de üstelik bu sapmalardan övünmeleri yatıyor. Gerek cemaate yakın Kürtçü siyaseti seslendiren milletvekilleri, gerek Parti’ye açık açık Atatürkçüleri tasfiye etmeleri gerektiğini anlatan 2. Cumhuriyetçi-liboş yandaş gazetecilerle “düşünürlerle” (!) kurulan sıkı diyaloglar, ortaya rahatsız ediciden öte bir “ne olduğu belirsiz” Parti yapısı çıkarıyor.
             Öncelikle Kılıçdaroğlu’nun sürekli olarak muz kabuğuna basarcasına üzerine gidip yere yuvarlandığı “anakronizm” hastalığından söz edelim: Parlamento grubunda milletvekillerinin cesur çıkışlarıyla engellenen, Hüseyin Aygün’ün “Seyit Rıza’ya iadeyi-i itibar” yasa tasarısı tartışılırken “Seyit Rıza’yı yargılayan mahkemeler de özel mahkemelerdir. Biz özel mahkemelere karşıyız” demesi bunun çok tipik bir göstergesi. Kılıçdaroğlu‘nun değerlendirmelerinde dönemler, yıllar, yorumlar, ulusal ve uluslararası şartlar, hepsi birbirine karışmış. “Devrim yasaları ve İstiklal Mahkemeleri olmasaydı, ortada Türkiye Cumhuriyeti mi olacaktı?” sorusu, Genel Başkan’ın aklına bile gelmiyor. Neredeyse “Fatih İstanbul’u alırken sosyal medyadan eğilim araştırması yaptı mı” veya “Fetih’in facebook sayfası var mıydı?” sorusuna yanıt arayacak. Sn. Kılıçdaroğlu’nun 20. yüzyıl Türkiye siyaseti ve yakın tarihimizi yani Menemen’i, Dersim’i, Seyit Rıza’yı,  Said-i Nursi’yi, İnönü dönemlerini, 27 Mayıs’ı ele alış şekilleri, bu nedenle sorunludan da öte. Yaşanan her olay, o günün şartları ve gerçekleri içinde ele alınmaya mecburdur, bizden hatırlatması!
           Kılıçdaroğlu’nun geçen hafta Parti’ye yine travma yaşatan Aygün’ü uyarması ve “Parti politikalarına aykırı ve grup onayından geçmemiş yasa önerilerini kamuoyuyla kimsenin paylaşmamasını” istemesi iyi bir başlangıç. Ancak yine de CHP Genel Başkanı’nın iktidar alternatifi olabilmek için kimlerle ittifak yapması gerektiğini anlaması ve Parti’nin yörüngesini sağlam bir rotaya oturtması zaman alacağa benziyor. Ne yazık ki Türkiye‘nin ise kaybedecek tek saniyesi kalmadı... Tabii madalyonun bir de diğer yüzü var. Sivil toplum ve diğer siyasi ulusal kanatlar CHP’ye nasıl bakıyorlar? Onu da gündem elverirse haftaya ele alacağız...

Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..

Çağrı…/ Orhan Aydın


Olmuyor efendiler böyle olmuyor.
Beceremiyorsunuz.
Yalnız İstanbul’daki Muammer Karaca Tiyatrosu ve Duru Tiyatro ile yetinmeniz anlamsız.
Kapattınız mı hepsini birden kapatacaksınız ki işe yarasın!
Kolayı var, çıkarsın Padişahınız bir ferman, olsun bitsin.
Efendinizin üstümüze üstümüze “özelleştiriyorum” diye höykürdüğü günden beri bekliyoruz.
Biliyoruz ki, kapalı kapılar ardında akbabalarca sürdürülen operasyon bu günlerde ortalara saçılacak, Devlet Tiyatroları’nın kolunu-kanadını-aklını budayıp, işlevsizleştirip tarihe gömeceksiniz.
Hazır eliniz bulaşmışken, Opera-Bale ve Senfoni için de aynı şeyi rahatlıkla yapabilirsiniz.
Sırtınızda kambur ve bütçelerinizde sivilce durumunda olan bu yapılardan size bir fayda yok.
Satmaya kalkıyorsunuz alıcısı yok, devretmeye kalkıyorsunuz rıza gösteren olmuyor, hiç biri beş para etmiyor!
Ayrıca oralardan ülkeyi ışıtan aydınlık sesler çıkıyor, neyinize gerek, kendi paranızla kendinize karşı düşman beslemek de hangi aklın işi?
Kapatın gitsin.
Özel tiyatrolar için dağıttığınız fonları da kırpın, üç kuruşa muhtaç kalsınlar, Üniversitelerdeki salonlarınız dâhil tüm salonlarınızı kapatın suratlarına, oynayamasınlar, canları çıksın, sürünsünler.
Baskılayın sanatı, sanatçıları, olmadı takın kollarına kelepçeleri, bantlayın ağızlarını.
Başka türlü kurtulamayacaksınız bu mendeburlardan!
Film çekimlerini, dizileri filan durdurun, resim-heykel atölyelerini kapatın, müzik de neymiş susturun, romanları-öyküleri-şiirleri yere çalın çıkın üstüne tepinin, karikatürleri hapse atın, onlarca baskı yapmış Edebiyat eserlerini yasaklayın, sokmayın kütüphanelerinize.
Bunları yaparken kimseden korkmanıza, çekinmenize, dünün ve bugünün insanlığından utanmanıza filan gerek yok.
Yüzyıllık tarihsel dokuları yerle bir ederken, kentleri, mahalleleri, köyleri, ormanları, nehirleri, akarsuları ve tüm kültürel kalıtları talan ederken utanmadığınıza göre, mesele olmasa gerek.
Hem utanmak, insan içindir!
Size ne.
Kapatın, yıkın, yakın, yok edin.
Yerlerine beton yığını oteller, alış-veriş merkezleri, kat kat ucube apartmanlar, tepelere-parklara-bahçelere-meydanlara camiler, imam hatipler dikin.
Arkanızda halk var halk!
İşbirlikçisi, cemaatçisi, yandaşı, hilebazı, madrabazı ile koca bir çoğul.
Nasıl olsa, sizlerin “Allahtan başka kimseden korkunuz yok”
İşinize bakın.
Çünkü vaktiniz daralıyor.
Ülkede kıpırtılar var görüyorsunuzdur.
İşçiler sokakta, öğrenciler hiç susmuyor, sanatçılar hep ‘geveze’, zındıklar kötü kötü laflar ediyorlar, savaşa hayır diyorlar, eşitlik diyorlar, barış diyorlar, özgürlük diyorlar, adalet diyorlar, hukuk diyorlar, yoksulluk diyorlar, yolsuzluk diyorlar, aş diyorlar, iş diyorlar, ‘yeter buraya kadar’ diye bağır bağır bağırıyorlar.
Duyuyorsunuzdur.
Benden söylemesi, ne yapacaksınız bir an önce yapın, sonra vaktiniz olmayacak.
Baldırı çıplakların ve onların dostlarının sabrı kalmadı, sizleri tarihin çöplüğüne süpürmeye hazırlanıyorlar.
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/orhan-aydin/cagri-63155

Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..

25 Kasım 2012 Pazar

Çorlu Tehlikeli Atık Tesisini REDDEDİYOR!



ÇORLU'da yapılmak istenen Tehlikeli Atık Tesisini halk yürüyüşü ile PROTESTO ettik.
Çorlu Tehlikeli Atık Tesisini REDDEDİYOR!
SANATÇILAR GİRİŞİMİ adına Orhan KURTULDU oradaydı.

23 Kasım 2012 Cuma

NEDEN ÖLECEK MİŞİZ? / Ataol Behramoğlu



    İkinci a harfini  en azından üç dört a kadar uzatarak, vurgulayıp  çatlatarak, sesinin olanca tınısıyla bağırıyor:
    “Öleceksek adaaaam gibi ölelim!...”
    Bağırmanın da tıpkı öfke gibi bir hitabet sanatı olduğunu  sayesinde  öğrenmiş olduğumuz için şaşılacak bir şey yok..
     Fakat yine de bu haykırışta, her zamankinden daha fazla rahatsız edici ve çok daha tehlikeli bir şey var.
    Haykırışın sahibi herhangi biri değil, ülkenin özel yetkili başbakanı.
    Yasalarla tanımlananın çok ötesinde,nereden aldığı belirsiz özel yetkilerini daha da ve sınırsızca çoğaltarak devletin daha da tepesine çıkmak ve  orada  sanki sonsuzca kalmak istiyor.
     Bağırıp çağırmada ölçüyü iyice kaçırmasının nedeni, bu hedefe ulaşmanın pek de kolay olmadığını anlamaya başlaması olabilir mi?

         ***                                    ***              ***
    Onu  ilk kez İstanbul Belediye Binası önünde, görevden alınıp cezaevine gönderilmek üzere olduğu günlerde, orada toplanan bir kalabalığa hitap ederken gördüğümü daha önce yazmıştım...
     Aklımdan geçen düşünce, yine daha önce yazdığım gibi, bu kişinin belediye başkanı filan değil, çok daha başka hedeflere yönelmiş biri olduğuydu.
     Sonradan yaşadıklarımız, topluma yaşattıkları, sezgimin doğruluğunu sayısız kez  kanıtladı...
      Belediye başkanlığından başbakanlığa yükselen kişinin gözü şimdi çok daha yükseklerde.
     Amacına ulaşmak için, ya da ulaşamayacağını anladığında,  gözünü kırpmadan bütün bir toplumu ateşe atabilecek  biri bu...
     Aldığı dinî eğitime uygun bir ses tonuyla ,sesli harflerin üstüne basa basa “adaaaam gibi....”diye bağırmasının başka bir açıklaması olamaz...

           ***                      ***                        ***

   Kendisine kayıtsız şartsız bağlı, ya da henüz öyle görünmeye devam eden bir parti meclisi önünde, dar bir kürsünün arkasında konuşan kişinin dar omuzları üzerinde yükselen başına; öfkeyle kasılmış, gülümsemeyi unutmuş yüzüne  bakıyorum...
    Birleşmiş Milletlere, bugünkü konumunu borçlu olduğu ABD'ye, bütün dünyaya ver yansın ediyor.
     Tıpkı belediye binası önünde toplanmış, kimileri de hiç kuşkusuz oradan geçmekte iken  durup dinleyen meraklı insan kalabalığına hitap eder gibi..
     Oysa bu bir parti meclisi.. .   
     İçlerinden biri çıkıp, ey başbakan, iyi de neden ölelim diye soramıyor...
     Hiç biri belki aklından bile geçiremiyor böyle bir soruyu...
     Bütün bu milletvekili kalabalığı, o tek bir cümlede bütün bir ülkeyi ateşe atmaya hazır ruh durumunu, tehdidi, görmüyor, göremiyor, görmek istemiyor...
      Tersine, sanki sıradan bir halk hatibini alkışlayan sıradan bir sokak kalabalığı gibi, utanç verici, dehşet verici alkışlarla destekliyor bu korkunç
çağrıyı...

                         ***                              ***                          ***
        “Ey Recep Tayyip Erdoğan!...” diye, aklımın, düşüncelerimin olanca gücüyle  bu hatipe sesleniyorum ben de...
        “Kimsin sen? Bütün bir ülkeyi ölüme sürüklemekten  ne hakla söz ediyorsun?  Adaletsiz bir seçim sistemi sonucunda belli bir oy oranıyla  iktidar olmuş, yine öylece  çıkıp gidecek  birisin. Bu bağırıp çağırmalarına  ne Birleşmiş Milletlerin, ne ABD'nin, ne de  hiç bir ciddi ülke, kişi ya da kurumun kulak asmayacağını bilmene rağmen, niye bağırıyorsun, kimi kandırıyorsun,ya da kandıracağını sanıyorsun?...”
         İşinde gücünde, barışçı, mazlum insan topluluklarına;  genç, yaşlı, kadın, erkek, çoluk çocuk yurttaşlarıma bakarken düşünüyorum  bunları...   Çoğu büyük olasılıkla  o bir tek cümlenin kendileri için nasıl ölümcül bir tehdit olduğunun  farkında bile değil ne yazık ki...  “Ey Recep Tayyip Erdoğan!..” diye devam ediyorum... “Bu ülkenin çocukları her gün ölüyor zaten... Adaaaam gibi ölmekten söz eden, her fırsatta  şehit edebiyatı yapan sen , cepheye göndermek şurda dursun, ,doğru dürüst askerlik bile yaptırmadın oğullarına...Bunun hesabını bu topluma verdin mi, verebilir nisin?...”



Ataol Behramoğlu/Cumartesi Yazıları/241112

16 Kasım 2012 Cuma

YAŞAM DİJİTAL BİR OYUN DEĞİLSE... / Ataol Behramoğlu‏





Hayatlarımıza bilgisayar teknolojisiyle birlikte giren sözcüklerden biri “dijital.”
Ya da ben öyle algılıyorum.
Digital” diye yazılıyor...Karşılığı “parmağa ait”, “parmak gibi”, “bir parmakla yapılan”.. vb..
Az önce Çağlayandaki Adliye Sarayı'nda Oda TV davasını izlerken aklımdan “Yaşam dijital bir oyun mu?”cümlesi geçiyordu...
Kendisini ilk kez gördüğüm Hanefi Avcı, sakin bir ses tonuyla yaptığı uzun savunmada, bu davayı oluşturan “dijital” verilerin sahteliğini bir bir sayıp döküyor.
İddia ve yargı makamında oturmakta olanların bu konuda bilgi düzeyleri nedir
bilemem.
Fakat yapılmış olan sahtekârlıklar ,konuya en uzak olanların bile anlayabilecekleri bir açıklıklıkla gözler önüne seriliyor.
Bunları, ya da benzerlerini, hapishanede yazılan kitaplardan, özellikle de Soner Yalçın'ın “Samizdat”ından zaten biliyorduk...
Ama yine de emekli bir emniyetçinin, cemaatin ipliğini ilk kez pazara çıkaran kitaplardan “Haliçteki Simonlar”ın yazarının duygusallık tonlaması taşımayan bir sesle yaptığı teknik açıklamalar hem yargı kurulunca hem izleyicilerce sessizce dinleniyor...
Dijital sahtekârlıkları irdelerken arada bir “Bu kadar ciddi çalışmayı kim yaptı?” diye soruyor emekli emniyetçi... “Bu tertibi yapanlar kim?
Ben notlarıma “ABD” , “cemaat” sözcüklerini düşüyorum...

*** *** ***

Verilen aradan sonra Soner Yalçın savunmasına başlıyor...
Ara verildiğinde kucaklaşıp iki satır konuşabildik.
Kişisel tanışıklığımız olmamıştı.
Fakat yazılarını her zaman ilgiyle okumuş, katıldığım programlarda yeri geldikçe bu yazılardan kaynak olarak yararlanmıştım.
Kendisinin benim hakkında düşündükleri nedir bilemem, fakat onunla bir zekâ ve duygu kardeşliğimiz olduğunu hep hissettim.
Kendi türünde bir başyapıt olan “Samizdat”ta bu zekâ ve duygu adamını daha yakından tanıdığımda, hislerimde yanılmadığımı gördüm...
Onın da sakin, fakat duygu dolu bir sesle yaptığı konuşma, ancak bir bilgenin yapabileceği türdendi...
Soner Yalçın'ı dinlerken, bu davaların, bu duruşmanın, o anda içinde bulunduğumuz ortamın zihnimde uyandırdığı sorular,duygular, izlenimler, bir zekâ ve duygu kardeşinin kurduğu mükemmel cümlelerde sanki bir bir ete kemiğe bürünüyor...
Düşünceyi suç sayan bir anlayışla bir “dil” sorunumuz olduğu vurgusuyla “savunma”sına başlayan Soner Yalçın, “teknisyen hukuk anlayışı gerçeklikle bağını koparmıştır...” diye sürdürüyor konuşmasını..
Savunma” sözünü tırnak içine aldım... Çünkü bu konuşma bir savunma olmanın çok ötesinde, çürümüş, çökmüş, insana yabancılaşmış bir yargı sisteminin tepeden tırnağa yargılanması anlamına geliyor...
Yargılanan ve yargılanan yer değiştiriyor...
Bilim ahlâkına aykırı “varsayım” ve “kurnazlık”larıyla “kendini savcı ve polis yerine koyan” TUBİTAK ve gazetecilik ahlâkıyla ilgisi bulunmayan bir medya da, yine bir bilgenin duygulu, sakin, ama tam hedefe ulaşan vurgularıyla payına düşeni alıyor...

*** *** ***
Duruşmaya Soner Yalçın'ın konuşmasının ardından öğleden sonra dörde kadar ara verildi.
Ben yazımı yetiştirmek için gazeteye geldim.
Duruşma nasıl sopnuçlanacak?
Devletin karanlık izbe yerlerinde hazırlanmış sabıkalı iki word dosyası”, iki uydurmasyon dijital veri, daha ne kadar süre kanıt değeri taşıyacak?
Bir bilgisayarda zararlı yazılım varsa o bilgisayar delil olarak kullanılamaz” saptamasından, iddia ve yargı makamı ne ölçüde etkilenecek?
Yaşam dijital bir oyun değilse, bütün insani değerler birer hakikatse, etkilenmeleri gerekir...
Etkilenmiyorlarsa(bunu sadece bu dava bakımından değil Ergenekon, Balyoz ve benzer bütün davalar için söylüyorum) o kürsüleri işgal edenlerin insanlıklarının hakikiliği de kuşkuludur...
Onlar, Soner Yalçın'ın konuşmasındaki kavramlarla , “ahlâki adalet”in değil, “yasalaştırılmış adaletsizliğin” temsilcileri olarak anılacaklardır...


Ataol Behramoğlu/Cumartesi Yazıları/171112

Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..

14 Kasım 2012 Çarşamba

SANATÇILAR GİRİŞİMİNDEN MUAMMER KARACA VE DURU TİYATRO İÇİN AÇIKLAMA‏


Tüm Tiyatro salonları bizimdir hepimizindir.
 AKP’nin ve yandaşlarının sözcülüğünü yaptığı ‘muhafazakâr sanat’ meyvelerini vermeye başladı. Anlaşılıyor ki toplumun tüm hücrelerine yayılarak, sanat ve kültür hayatımızı kuşatıp, elini kolunu kanadını kırarak hiçleştirme-ötekileştirme politikasında ısrarlılar.
Sezon başında önce Şehir Tiyatroları daha sonra Devlet Tiyatroları’nda Başbakan talimatıyla sürdürülen operasyonlar yaşadık.
100 yıllık Şehir Tiyatrosu’nda tarihinde ilk kez sanatçılar yönetimden uzaklaştırılıp, karar mekanizmaları iş bilmeyen bürokratlara teslim edildi
Devlet Tiyatroları için ‘özelleştiriyorum’ diye yapılan kabadayılığın sonuçlarını ise yakın zamanda göreceğimizi düşünüyorum.
Muammer Karaca Tiyatrosu, 60 yıllık bir geçmişi ve geleneğiyle toplumumuzun yüz akı yaratıcılarına ev sahipliği yapmış bir yapıdır.
Eğer bu kent çağdaş insanlar ve siyasiler tarafından idare ediliyor olsaydı bu bina çoktan Muammer Karaca adına, için de her gün oyunlar oynanan bir MÜZE olarak ilan edilirdi.
Yeni sezona girerken kapıları her tür gösteriye kapatılan salonun sonuna kadar takipçisi olacağız.
Duyumlarımız, alanın -2 yıl önce olduğu gibi- ‘turizm alanı’ olarak ilanı peşinde koşan bir menfaat çetesinin olduğu üzerinedir.
Buna tıpkı AKM sürecinde olduğu gibi kesinlikle izin vermeyeceğimizi tüm taraflar bilmelidir.
O binanın içinde üretilen tüm sanatsal değerler, bizimdir hepimizindir.
Duru Tiyatrosu ise, meslektaşımız Emre Kınay’ın elleriyle tırnaklarıyla kazıyarak yaptığı bir tiyatro salonudur.
Birçok tiyatro grubuna ev sahipliği yapmıştır.
Bu okul müdürüne burayı kapatma istediği birden bire gökten zembille mi düştü? Yoksa genel operasyonun bir parçası olarak, Milli Eğitim Müdürü’nün mü bir talimatı var?
Bilmek istiyoruz.
Bu salonu kapatmakla yalnız Duru Tiyatro’yu değil İstanbul’daki onlarca özel tiyatroyu salonsuz bırakmaktır. Bu tam bir kara akıl işi olsa gerek.
Tiyatrolarını yıkmak ve yok etmek isteyenler akıllarını başlarına toplamalılar.
Sanatçılar girişimi olarak, tek tek tüm sanat dallarındaki sanatçıları ve sanata gönül veren dostlarımızı, seyircilerimizi bu muhafazakâr yıkama, karşı duyarlı olmaya çağırıyoruz.

13 Kasım 2012 Salı

Vardiya Bizde Platformunu destekliyoruz‏


Sanatçılar Girişimi olarak Vardiya Bizde Platformunu destekliyor ve elden geldiğince herkesin, 
her Cumartesi saat 13:00' de Beşiktaş Özgürlük Anıtında bulunmasını arzu ediyoruz.

Oda Tv davasında Çağlayan Adliyesinde buluşuyoruz‏


Sanatçılar Girişimi olarak 16 Kasım 2012 Cuma günü 
sabah saat 9:00' da Oda Tv davasında Çağlayan Adliyesinde buluşuyoruz. 
Lütfen çok olalım. Bu bizim sanatçı ve yurttaşlık görevimizdir.

11 Kasım 2012 Pazar

Vardiya Bizde Platformu: Görevinizi yerine getirin




Sanatçılar Girişimi adına bir konuşma yapan Ataol Behramoğlu, ‘Yüksek yargıya sesleniyorum, Cumhuriyetin kazanımlarına, çağdaşlık değerlerine karşı işlenen suçlara suskun kalmayın’ dedi.
Balyoz davası hükümlülerinin eşlerinden ve yakınlarından oluşan Vardiya Bizde Platformu’nun, sanıklar hakkında verilen hapis cezası kararlarını protesto etmek amacıyla her hafta gerçekleştirdikleri “Sessiz Çığlık” eylemlerine bu hafta Sanatçılar Girişimi üyeleri destek verdi.
Vardiya Bizde Platformu ve aralarında gazetemiz yazarı-şair Ataol Behramoğlu ve eşi Hülya Behramoğlu, sinema oyuncusu Tarık Akan, senarist, yazar, şair Bilgesu Erenus, ressam Alaattin Aksoy, şair Yaşar Miraç, gazeteci-yazar Egemen Berköz, CHP Yürütme Kurulu Başkanı Canan Sezenler’in de aralarında bulunduğu Sanatçılar Girişimi üyeleri saat 13.00’te Beşiktaş’taki Özgürlük Heykeli önünde toplandı. Burada grup adına öncelikle Melek Serdar, Balyoz davası sanıklarından eşi Deniz Kurmay Albay Bora Serdar’ın Hasdal Cezaevi’nden yazdığı mektubu okudu. Mektupta, Mustafa Kemal Atatürk’ü 74’üncü ölüm yıldönümünde saygıyla andığını kaydeden Bora Serdar, “Ne acıdır ki, Büyük Önderimiz, tutuklanma kararının yüzümüze okunduğu 11 Şubat 2011 gününün akşamı, saat dokuzu beş geçe, kendisine ve Cumhuriyete bağlılık yemini etmiş vatansever silah arkadaşlarının, itibarlarının ve onurlarının çalınmasına ruhen tanıklık etmek zorunda kalmıştır” ifadelerini kullandı.

‘Cesur olunuz’
Sanatçılar Girişimi adına bir konuşma yapan Ataol Behramoğlu da Amerikan emperyalizminin ve Türkiye’deki işbirlikçisi AKP’nin zindanlarında olduğunu söyledi. Behramoğlu, “Cumhuriyetin savcılarına, Anayasa Mahkemesi’ne, Danıştay üyelerine, yüksek yargıya sesleniyorum. Görevlerinizi yerine getirin, Cumhuriyetin kazanımlarına, çağdaşlık değerlerine karşı işlenen suçlara karşı suskun durmayınız. Bu sizin ülkeye, Cumhuriyete karşı borcunuz, sorumluluğunuz, meslek namusunuzdur. Eğer çocuklarınıza, gelecek kuşaklara bir utanç mirası değil, namuslu ve vicdanlı bir miras bırakmak istiyorsanız cesur olunuz, yürekli olunuz. Alçaklığa, Cumhuriyet düşmanlarına karşı direniniz” çağrısını yaptı. Tarık Akan, Balyoz, Ergenekon gibi davaların altında yatan bir tek neden olduğunu belirterek “Bugün Atatürkçülüğü ve laikliği savunan en büyük generallerin dahi içeri atılmasının sebebi budur, laikliği ve Atatürkçülüğü savunmak. 1971 ve 80 dönemindeki darbeyi yapan generaller, tamamen Pentagon mihraklı yanlış işler yaptılar ama şu anda içeride olanlar asla öyle değiller” dedi.
http://www.ilk-kursun.com/haber/126577

Sanatçılar Girişimi Vardiya’da



Sinema Sanatçısı Tarık Akan, Şair Ataol Behramoğlu ve Yazar Bilgesu Erenus, Balyoz davasından tutuklu yargılanan komutanların yakınlarının oluşturduğu Vardiya Bizde Platformu’nun Beşiktaş’taki “sessiz çığlık” eylemine destek verdi.

Beşiktaş Özgürlük Anıtı önünde yapılan eyleme havanın yağışlı olmasına rağmen yoğun bir katılım oldu. Balyoz davasından 18 yıl hapis cezası verilen Albay Bora Serdar’ın Hasdal Askeri Cezaevi’nden yolladığı “Eli öpülesi Cumhuriyet kadınlarımız” başlıklı mektubunun okunmasıyla duygu dolu anlar yaşandı. Serdar, “İçimizi aydınlatan içimizde umut ışıkları çaktıran, sıcacık bir sevgi ile bizleri sarıp sarmalayan yürekli kadınlarımız” diye eşlerine seslenerek şunları ifade etti: “Sizler denizin ortasında ışıkları yanmış birer altın gemi, dört mevsim solmayan dev bir çiçek yumağı, gecenin karanlığında parlayan yakamoz gibisiniz. Sizler, eli öpülesi Cumhuriyet kadınlarısınız.”

http://www.aydinlikgazete.com/mansetler/16750-sanatcilar-girisimi-vardiyada.html

10 Kasım 2012 Cumartesi

10 KASIM ANMASINDA VARDİYA BİZDE PLATFORMUYLA DAYANIŞMA BULUŞMASINDA SANATÇILAR GİRİŞİMİ ADINA YAPILAN KONUŞMADAN





     Atatürk’ü anma gününde Sanatçılar Girişimi olarak Vardiya Bizde Platformu’nun yanında yer almamızın özel bir anlamı var.
     Atatürkçü, devrimci, yurtsever subaylarımız,  generallerimiz, amirallerimiz, pırıl pırıl kurmaylarımız emperyalizmin ve işbirlikçisi siyasal iktidarın zindanlarında tutsaktır.
      Wikiliks belgelerinde de açıkça görüldüğü gibi, emperyalizm ve yerli işbirlikçileri, onları emperyalizme ve gericiliğe karşı potansiyel tehdit olarak görmüş, darbecilik bahanesini uydurarak tasfiye edilmelerine karar vermiştir.
       Düzmece mahkemenin verdiği karar Türkiye ve insanlık adalet tarihine bir hukuksuzluk, adaletsizlik , vicdansızlık belgesi olarak geçmiştir.
     Ben buradan ülkemizin vicdanı olan sanatçılarımız adına, onlara ve düşüncelerinden ötürü zindanlarda çürütülmekte olan bütün tutsaklara sesleniyorum:
     Yalnız değilsiniz. Kalplerimiz sizlerle birlikte çarpıyor. Bir an bile aklımızdan çıkmıyorsunuz. Zulmün, hukuksuzluğun, adaletsizliğin, vicdansızlığın zindanlarını, hep birlikte, omuz omuza, dayanışmamızla yıkacağız. Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın.
      Bir seslenişimiz  de bu ülkenin cumhuriyet savcılarına, yargıçlarına; Anayasa Mahkemesinin, Yargıtay’ın, Danıştay’ın, yüksek yargının mensuplarına olacak:
      Korkmayın!Yürekli olun! Cumhuriyetin kazanımlarına, çağdaşlık değerlerine karşı işlenen suçları kovuşturun. Bu sizin ülkeye, Cumhuriyete karşı borcunuz, sorumluluğunuz, meslek namusunuzdur.
     Çocuklarınıza, gelecek kuşaklara bir utanç mirası değil, onurlu bir isim  bırakmak istiyorsanız, diktatör taslaklarına,Cumhuriyet değerlerinin alçakça çiğnenmesine izin vermeyin!
        Her biri milyonlarca okuru, izleyicisi, hayranı olan sanatçılarımız, yazarlarımız, şairlerimiz, ressamlarımız , tiyatro ve sinema sanatçılarımız, sizleri namuslu çabanızda s yalnız bırakmayacaktır.
       Bu özel bir anlama sahip 10 Kasım gününde, tutsak subaylarımızın sevgili eşlerinin, yakınlarının oluşturduğu Vardiya Bir Platformunun katılımcılarını sevgi ve saygıyla selamlıyoruz.
      Yalnız değiller. Çok yakın olmasını dilediğimiz, beklediğimiz, bunun  gerçekleşmesi için her özveriye hazır olduğumuz kurtuluş gününe ulaşıncaya kadar, hep birlikte, omuz omuzayız.
      Emperyalizm ve yerli işbirlikçileri, bu ülkenin yurtseverlerine, aydınlarına, devrimcilerine karşı işledikleri suçların hesabını vermekten kurtulamayacaktır.



Ataol Behramoğlu
10.11.12  Beşiktaş

9 Kasım 2012 Cuma

SANATÇILAR GİRİŞİMİNDEN 10 KASIM DUYURUSU



             10 Kasım biçimsel bir anma günü değil, bütün bir ulusun Cumhuriyetin kurucusu büyük öndere ve onun kişiliğinde Cumhuriyet  değerlerine bağlılığının dile getirilmesidir.
        Cumhuriyet değerleri, bilim, aydınlanma, çağdaşlık demektir.
        Hiçbir iç ya da dış güç, ülkemizin, ulusumuzun, bu yöndekini yürüyüşünü durduramaz, engelleyemez.
         10 Kasım'da Ankara'daki yüzbinlerin, milyonların arasında yer alırken, bir grup sanatçı arkadaşımızla  da 10 Kasım Cumartesi günü saat 13.00'te, Beşiktaş Özgürlük Anıtı önünde,  tutuklu Atatürkçü, yurtsever subaylara destek olmak amacıyla “Vardiya Bizde “ platformunun yanında yer alacağız.
           Halkımıza ve sanatçı dostlara duyurulur.