30 Aralık 2012 Pazar

“Keşke”li yeni yıl dilekleri / Nihat Behram


30 Aralık 2012
“Keşke”li yeni yıl dilekleri
Giden yılda, İktidarbaşı ‘Yumurta atan öğrencilerin arkasında örgüt var!’ diye bağırıyordu. Dinlerken benim de ‘Keşke!’ diye bağırasım geldi! “Yumurta atanların arkasında örgüt var” diyor da, kendisine her gittiği yerde çiçek atan öğrencilerin arkası boş mu? Fıkrada, ‘Temel doping yapmış, ama anlaşılmasın diye yavaş koşmuş!’ diye anlatılır. Maşallah İktidarbaşı’nın ‘dopingli hâli’ ayan beyan: Kendine çiçek atanlara “Siz neden yumurta atmıyorsunuz?” diye soruyor! Onlar karşılamacı. Arkalarındakcemaatçe gül ve gülsuyuyla teçhizatlandırılmaları doğal. Bizimkiler kovalamacı. Bu yıl, elleri yumurtalı da olsa arkaları boş geçti. Dilerim yeni yılda boş kalmaz. İçişleri Bakanı’ysa, polisin vahşice saldırdığı her olaydan sonra, “Polis öğrencileri değil, öğrenciler polisi dövdü!” dedi durdu. Şu gelecek hissine, şu öngörüye bak! İçimden ona da ‘Keşke!’ diyesim geldi.

Telefonda bu duygumu anlattığım arkadaşım, “Aman dikkat et, dinleniyor olabiliriz!” diye uyardı. Ağzıma takılmış bir kere, yine “Keşke!” diye söylendim. Yağdırdığım lânetin bana verdiği keyfi görmüş olsaydı, telefonun kaşifi Graham Bell şaşırırdı! Duyma özürlü annesi ve eşinin mâsumane sessizliğine çare ararken telefona ulaşan Bell, telefonun ‘izleme aygıtı’ olacağını düşünmüş olsa, ona da bir çare arar mıydı acaba? O iş de bize kaldı! İki kişinin arasına sinsice giren 3. şahsı karanlık ininde kıstırıp darbeleme işi! Keşke şimdiye kadar yapılmış olsaydı! Bu yıl geçti artık; ‘keşke’li dileğim yeni yıla!

Şimdi “Aaa ne dedin ne?” diye ‘darbe’ sözüne takılmayın. Geçtiğimiz yıl darbe izini yer üstünde, yeraltında, gazeteci evinde, hastane girişinde, kaset içinde, leptop tuşunda, hela taşında, şarkı sözünde, sevda yarasında, kitap arasında o kadar aradılar ki dilimize pelesenk oldu! Üstelik, “Aaa!” şaşkınlığı, böyle sıradanlaşmış durumlarda gösterilmeyecek kadar önemlidir. Kara da olsa, başımızda “Ak” ile başlayan bir parti var. Âdemoğlu Amentü’yle Avuç Açıp, gökten topladığı Ahiret mayasını ‘Amin!’ diye alnına çalmıyor mu? (Gerçi benim ona da ‘Keşke tutsa!’ diyesim gelir.) Kutsal kitap yorumcusu ulemanın “Ahiret tarlası” diye zikrettiği dünyamızda ‘zorunlu din ezberi’ hocası, elinde değnek , Aferin’le Azar arasında dolanmaz mı? Bütün kıta adları boşuna mı “A” ile başlar? Sanırım benim Ayaklanma tutkum da “A” sından geliyor! Tamam, darbe kötü ve bu konuda ‘toplumsal mutabakat’ sağlandı! Peki, halkın zulme karşı ayaklanması? ‘Ayrıntı’yı değil ‘Asıl’ı soruyorum: iyi mi kötü mü? ‘Kötüdür, o da darbe sayılır’ diyenle ne konuşayım? Bırakın şimdi “A” nın altında “D” izi aramayı! Yeni bir yılın dileğinden söz ediyorum. Yani: ‘Ampül’ün, Amentü’nün, Amin’in şükredip secdeye çağıran ‘A’sından değil, Ateşin, Aklın, Âsiliğin diklenip zalimle hesaplaşmaya çağıran ‘Alfabe’sinden. Yeni yıl için ülkeme ve dostlarıma bu duyguyla dilek sunmaya hakkım yok mu?

Bir bu soru olsa iyi! Kafam yanıtını arayan sorularla karmakarış. İşte birkaçı: Ekmeğine yağ sürdüğün iktidara karşı ekmek kavgası verilir mi? Hadi, yılgınlığın dokunulmazlığı var, hainliğin de var mı? İnsanın güvenmediği şeye inanması mümkün mü?… Soruları sürdürsem sonu gelmez. ‘Hayır dememek için kafasız olmak gerekir!’ diye düşünseniz de, bu ve benzeri sorulara toplumumuz toptan “Evet” çekmedi mi? Bütün köşe başlarında, ‘dokunaklı’ yılgınlıktan ‘dokunulmaz’ hainliğe terfi etmişlerin saltanatı yok mu? Geçtiğimiz yıl vatandaşın kafası böyle çalıştı! Hamamböceği 9 gün kafasız yaşayabilirmiş! Ölümüyse, kafasızlığından değil, açlığından olurmuş! Örnek alınacak hâl değil! Keşke insan, insan olduğunun farkında olsa! Dilerim insan aklı ve zekâsı kazanır. Yeni yılda...



Kaybeden insanlık düşmanlığı, kazanan insani özlemlerimiz olsun! Keşke…yeni yılda!

_____________________________________________________

Dörtlük

İnsanı ufkuna ulaştıran özlemleridir

Boğulur özlem duymayan insan tekdüzelikte

Özlemlerin bir yanı sessiz bir yanı gürültülü

Özlemiyle yarışmayan körelir kölelikte

28 Aralık 2012 Cuma

BÜYÜK BULUŞMANIN ARDINDAN (Ya da bir Türkiye fotoğrafı) / Ataol Behramoğlu



   
23 Aralık Pazar günü Bostancı Gösteri Merkezinde büyük bir buluşma gerçekleşti.
     Uzun süreli bir emeğin ürünü olan bu buluşma gerçekten büyüktü. Çünkü sanatımızın çeşitli alanlarından, seçkin ve çok sayıda bir topluluk,  yaklaşık beş bin kişilik bir izleyici kitlesiyle buluşmuştu.
    Her sanatçının kendi sanat alanına ilişkin sunumlarından ve konuşmalardan oluşan ücretsiz gösteride,  Sanatçılar da Sanatçılar Girişimin çağrısıyla, ortak bir toplumsal eyleme katılmanın özverisi ve coşkusuyla yer aldılar.
      “Diktaya, korkuya, adaletsizliğe, sanat ve sanatçı düşmanlığına karşı” büyük buluşma, Kadıköy ve Maltepe Belediyelerinin büyük katkılarıyla, Beşiktaş ve Adalar Belediyesinin destek ve katkılarıyla gerçekleşti. Bu belediyelerimizin başkanlarına, ilgili birimlerine teşekkür borçluyuz.
      Büyük Buluşmada ayrım gözetmeksizin soldaki siyasal partilerimiz ve İstanbul Barosu
 en üst düzeyde onur konuklarımızdı. Diyebiliriz ki toplumsal muhalefet tam kadro olarak orada, sanatçıların yanındaydı.  Köşe yazısının sağladığı olanakla, Ortak girişimimiz adına,  bütün katılımcılara içten teşekkürlerimizi sunuyorum.

***
  Bütünüyle bir özveri ürünü olan Büyük Buluşmada yaşanan kimi aksaklıklar, olmaması gereken bazı olaylar, beklenilebileceği gibi, “medyatik medya”ya malzeme oluşturdu. Bir takım çevrelerin de düşmanca saldırılarına olanak sağladı.. Gerçi bu türden saptırma ve saldırılar bunlarsız da olacaktı, fakat yine de fırsat vermemek gerekirdi...

***
  Programın en yakın izleyicilerinden ve başlıca sorumlularından biri olarak tanıklık ve gözlemlerimi özetliyorum:
           Ahmet Kaya şarkısının yuhalandığı iddiası,  büyük ve seçkin izleyici kitlesine ağır bir hakaret ve iftiradır. Böyle bir şeye en önce ben tepki gösterirdim. Ahmet Kaya’yı kardeş yakınlığında tanır ve severim.  Bir şiirimi de bestelemiş olan,  seçkin, özgün  ve zulme uğramış bir sanatçımızdır. Bu iddiada bulunan, ya da belki onun ağzından böyle bir yalanın söylendiği sanatçı arkadaşımız, o gün karşısındaki kitlenin coşkusunu anlayamadı.
Sahneye çıkar çıkmaz izleyiciyle kendisi arasında bir gerginlik yarattı. Sonrasında da,
“o toplantıya katılmamalıydım, hata ettim” diyerek, iktidar yardakçılarının Sanatçılar Girişimi’ne yönelik düşmanca salvolarına ne yazık ki  işaret fişeği oldu. Asıl hatasının böyle bir şeye yol açmak olduğunu umarım gecikmeksizin anlayacaktır. (Ahmet Kaya şarkısını yuhaladığı iddia edilen topluluk, acaba neden daha sonra Bilgesu Erenus'un söylediği Kürtçe şarkıyı alkışlarla karşıladı?  Bir şey söylediğimizde,, bir suçlama yaptığımızda, sonuçlarını  düşünmek aydın ve insan olma sorumluluğumuzun başında gelmelidir.Tabii önyargılı ve kasıtlı değilsek..)
***
          Levent Kırca olayı tam bir talihsizlik, kötü rastlantılar zinciri oldu. Sanatçılar Girişiminin öncülerinden bu değerli sanatçımız, bilemeyeceğim bir nedenle  akıştaki sırayı beklemeksizin ve  anons edilmeksizin   sahneye fırladığında, sırf  Büyük Buluşma’yı selamlamak için İzmir-Ankara rotasını İstanbul üzerinden değiştiren  sayın Kılıçdaroğlu da Ankara uçağına yetişmek için ayrılma öncesinde ricamız üzerine birkaç söz söylemek için   sahneye çıkıyordu. Bu beklenmedik ve öngörülmedik  karşılaşma nedeniyle kulise dönmek zorunda kalan  değerli sanatçımızın  bu nedenle bir an şaşkınlık yaşaması ve  kırgınlık duyması anlaşılır bir şeydir. Ama keşke ölçü kaçmasaydı

***
          Büyük Buluşma, hiç abartısız büyük bir buluşmadır ve daha büyükleriyle devam edecek...
         Dostlarımızın uyarı ve önerilerine elbette kulak vererek…
     “Taraf”taki, “Dört Bir Taraf”taki bazı  ihbarcı kalem ve ağızları ve  “Eskiden Türk Silahlı Kuvvetleri vardı, şimdi Türk Sanatçı Kuvvetleri ” gibi akılarınca sözcük oyunu yapan erken emekli solcu müsveddelerini  kendi karanlıklarıyla baş başa bırakıyorum.
       Büyük Buluşma’ya ilişkin olarak asıl kendileri için “utanç” verici bir haber yapan “Evrensel” gibi bir gazete ise, umarım Sanatçılar Girişimi’nden özür dileme fırsatı bulacaktır.

Ataol Behramoğlu/291212
http://behramogluataol.blogspot.com

Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..

Sanatçılar Girişimi "REDDEDİYORUZ" Etkinliği Nazım Oyuncuları


26 Aralık 2012 Çarşamba

Suça iştirak / Nihat Behram


26 Aralık 2012
Suça iştirak
Hukukun işleyeceği ve adil sonuç çıkacağına inansam, hiç durmaz, sorumlu emniyet birimleri hakkında dava açardım. Açmakla kalmaz ibret-i âlem için sorumlu emniyet birimlerini dünyaya teşhir ederdim. Düşünmüyor da değilim. İşin suyu çıktı! Bu nasıl iş ve kaçıncı kez tekrarlanıyor? “Darağacında Üç Fidan” ve “ Ser Verip Sır Vermeyen Bir Yiğit” adlı kitaplarımdan söz ediyorum. İşte yine, evleri basılıp gözaltına alınan ODTÜ’lü gençlere “suç delili” olarak bu kitaplar gösterildi. Hukuk anlayışına bak! Bu kitaplar bütün kitapevlerinde serbestçe satılıyor. “Suç delili”ymiş! Demek ki suçluyum!  Bu kitapları “suç delili” sayan polis, savcı gelip yakama yapışsa ya!

Sabah sabah telefonum çaldı, gazeteden arayan muhabirle aramızda geçen konuşmaya ilişkin düştüğüm not  aynen şu: “Sizi suç delili saymışlar!” diye başladı sorusuna muhabir, polis baskınında ODTÜ’lü gençlerin evlerinde bulunan kitabımdan kasıtla! Rüzgârda uğuldayan ateşle yanıtladım: “Suç delili değil, suçluya karşı direnen gençlerin omuzdaşıyım!”

AB Başmüzakerecisi Bakan, Guardian Gazetesi’nde, “AB,  Türkiye olmadan tamamlanamayacak büyük bir barış projesidir!” demiş. Dese ya: “Bizim polisimiz evleri bastığında bulduğu kitabı ‘suç delili’ gösterir; cezaevleri kitap ve CHE fotoğrafı gibi ‘suç delilleri’yle yatan üniversiteliyle dolu!”

Ben bu kitapları 70’li yıllarda yazdım. Faşist darbeler süresince 20 yıl yasak kaldılar. Yüzlerce yıl ceza istemiyle yargılandım. Ama beraat ettim ve kitaplarım, içlerinde mahkemelerce verilmiş beraat kararıyla, yıllardır kitapevlerinde satılıyor. Ama demek ki, “Darbelerle hesaplaşıyoruz!” diyen sistemin de, önceki darbelerden farkı yok. Başka açıklaması var mı? Dön dur aynı nokta: Faşizm.

Kitaplarımın beraatından sonra defalarca gözaltına alındım. En son, kaldığım otelde, gece yarısı gözaltına aldılar. Sonraki gün karşısına çıkarıldığım savcı, “Bu insanı neden gözaltına aldınız, bu kitaplar serbest!” diye polisleri azarladı. Bana da, havaalanları ve polise hitaben üstünde aynen, “Şahıs hakkındaki tahdit ve fişlerin kaldırılması, aksine sebebiyet veren görevli şahıslar hakkında görevi kötüye kullanmaktan soruşturma açılacağı” ibaresi olan bir yazı verip, “Bunu sürekli yanında taşı!” dedi. Cebimde bu yazıyla savcılıktan çıkarken kapıda gözaltına almak için yine polis bekliyordu!

Polis, evinde, çantasında Deniz’in, Mahir’in, İbo’nun fotoğrafı ya da kitabı çıktı diye gençleri  gözaltına almaktan, kitabı “suç delili” saymaktan bıkmadı. “Silahlı baklava gaspı” suçlamasıyla bu ülkede çocuklar 16 sene ceza yedi. Ben de, “Özgürlük gaspından” devlete dava açtım. İki yıl sonra mahkeme, “Hukuki dayanaktan yoksun olarak gözaltında tutulduğum” için “11 lira 67 kuruş tazminat ödenmesine” karar verdi. Tuttum, “Silahlı Özgürlük Gaspı, özgürlük baklavadan değersiz” diye bir yazı yazdım; bu kez benim hakkımda 20 bin liralık tazminat davası açıldı! İşte “İleri Demokrasi”!

Hani Başbakan “Durmak yok!” diyor ya! Durmuyorlar! Daha geçen hafta, EMEP Dersim İl Örgütü “Deniz’i andıkları için haklarında açılan davadan beraat etti ve Yargıtay bu kararı onadı”. Ama Emniyet berdevam! ODTÜ’lü gençlerin evlerinde bulunan “Darağacında Üç Fidan” ve Deniz fotoğraflarını “suç delili” saydılar! Adana’da, sahnede şiir okuyorum, önüme bir kağıt koyuyorlar, üstünde “Girişte polisler kitabınıza yasak diye el koydu!” yazıyor. Mail geliyor, Diyarbakır’dan kitapçı, “Polis kitabınızın yasak olduğunu söylüyor, acele beraat kararını yollayın!” diyor. Yetti artık, yetti ki ne yetti!


Fotoğrafından korktukları CHE sadece Küba’nın değil, insanlığın kahramanlık simgesidir. Hayatlarından korktukları Denizler halkın gerçek evlatlarıdır. Bunu söylemek suçsa, iştirakçisiyim!



Nâzım Hikmet: “Hiçbir korkuya benzemez halkını satanın korkusu!”

http://www.yurtgazetesi.com.tr/suca-istirak-makale,2945.html

Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..

24 Aralık 2012 Pazartesi

Genco Erkal Büyük Buluşma gösterisi


BOSTANCI’DA “SANATÇILAR GİRİŞİMİ” PARLADI! / BEDRİ BAYKAM / 25 Aralık 2012 tarihli Cumhuriyet makalesi ..



            Pazar günü Bostancı Gösteri Merkezi’ni hınca hınç dolduran 4500 yurtsever, Sanatçılar Girişimi’nin büyük organizasyonuyla çok tatmin edici bir gün geçirdiler. Saat 17:30’dan gece 23:30’a kadar süren altı saatlik maratona imza atanlar arasında ülkenin en önemli sanatçıları vardı.
             Herhalde hiçbir organizatörün başaramayacağı kapsamda düzenlenmiş bir aktivite olan “Büyük Buluşma”nın içinde Ataol Behramoğlu’ndan Tarık Akan’a, Mehmet Aksoy’dan Nejat Yavaşoğulları’na, Ümit Zileli’den Edip Akbayram’a, Genco Erkal’dan Timur Selçuk’a, Sadık Gürbüz’den Kubat’a, ülkenin sayısız aydını vardı. Gece inanılmaz bir coşku ile sürdü.
             Sanatçılar Girişimi’nin kökü, neredeyse bir yıl kadar önce sekiz sanatçı dostumu, eşimle birlikte evde yemeğe davet etmemizle başlamıştı. O gün, zaten sık sık birlikte kafa patlatan sanatçılardan Ataol Behramoğlu, Orhan Aydın, Levent Kırca, Edip Akbayram, Ümit Zileli, Orhan Kurtuldu, Mehmet Güleryüz ve ben, eşlerimizle beraber ülkenin durumunu ele almıştık. Doğal akışta bu demokratik tepkiyi yaşama geçirme kararı aldık. Gerisi zaten kamuoyunun malumu. Aslında bu cümle de abartılı. Çünkü BU ÜLKEDE, aydın insanların -en azından kendilerine göre (!)- haklı gerekçelerle iktidara olan eleştirilerini, duyulur şekilde halka iletecek cesarette “medya organı” (!) yok denecek kadar az.
              Sanatçılar Girişimi olarak beklentilerimizin de ötesinde bir başarıya ulaşan gece ile ilgili bazı kritik notlarım var: Behramoğlu’nun yüreklendirici açılış konuşmasından ve bazı değerli sanatçılardan sonra sıra bana geldi. En çok alkış alan vurgulamam şuydu: “Ya hala ‘sen Kemalistsin, ben sosyalistim, sen sosyal demokratsın ben Troçkistim’ gibi ayrımlarla birbirimizi yiyip ayrışacağız ve o zaman seçimlerden sonra yakınmanın bir anlamı olmayacak, ya da yumruk gibi Ana Muhalefet’in etrafında birleşip, diğer muhalif partilerle, sivil toplumla  el ele verip önümüze dikilen barikatları yıkacağız. Bunun adına ister mantık evliliği deyin, ister aşk veya tutku, buna mecburuz. Bunu başarıp karanlığı sandıkta yeneceğiz. Ana Muhalefet’e çok iş düşüyor: Lütfen artık engin ufukları, bize ait olmayan sularda, beyhude çabalarla aramayın. Kendi sularımızda, şu salonda arayın” .
           Konuşmamın ardından kürsüye gelen Kılıçdaroğlu, bu mesajı aldığını ve “Ortak paydaların öne çıkarılması gerektiğini, bu paydanın da Mustafa Kemal Atatürk olduğunu” söyleyerek salondan büyük alkış aldı ve umut verici kararlı bir konuşmanın ardından salondan ayrıldı.
            Gecenin devamında birçok çoşturucu müzik, nefis şiirler ve tiyatro bölümleri izlendi, tüm sanatçılar Timur Selçuk’un piyanosu başında birleşip beraber geceye nokta koyan şarkılar söylediler, Kadıköy-Maltepe-Beşiktaş-Sarıyer Belediyeleri’nin desteğini de alan muhteşem buluşma sona erdi.
           Gecede yorumunu yapmak istediğim iki nazar boncuğu oldu. Birincisi sevgili Melike Demirağ, salondakilere, attıkları sloganlar konusunda ikazlar yaptı ve bunda ısrar etti. Gereksiz bir gerginlik oldu. Kimse, hele bu konuda yetkisi olmayan biri, böyle çoşkulu bir salonun sloganlarına karışamaz. İkinci ve çok daha vahim olay, Levent Kırca’nın Kılıçdaroğlu ayrıldıktan sonra yaptığı konuşmaydı. Değerli arkadaşım olayların biraz eski yorumunda kalmış ve salonda yaptığım, tüm muhalefetleri ana muhalefetin önderliğinde birleştirme gereği fikrinin aldığı desteğin de farkına varmamış. Kırca’nın kalkıp “Kılıçdaroğlu’nun kendisinin sırasında konuştuğunu ve CHP propagandası yaptığını” söyleyen Kırca, kusura bakmasın ama durumu ıskalamış. Birincisi, Kılıçdaroğlu’nun orada bir konuşma talebi veya sırası yoktu. Bizlerin büyük ısrarıyla Bostancı’yı programına aldı ve Menemen’den kalktı geldi. Bir konuşma yapmasını ise Sanatçılar Girişimi adına kendisinden Behramoğlu rica etti. İkincisi, konuşmasında “yumruk gibi birleşme” kararlılığımızı destekleyen ortak paydayı savundu ve topa girdi. Bundan daha güzel bir şey olabilir mi?
            İtiraf etmem lazım ki, bunlar solun ve ulusalcıların eski kronik hastalıkları. Artık bu kaprislere vaktimiz kalmadı! Seçimleri kazanmak için oyları tek sepette toplamaya mecburuz. Bu da Ana Muhalefet’e açık bir destek vererek, onu eleştireceksek de yapıcı şekilde yörüngesini düzelterek olur. Eskisi gibi “Biz her Parti’ye eşit mesafedeyiz. Kimseyi tutmuyoruz” nakaratına devam ederseniz, Silivri ve diğer zulümhanelerdeki can kardeşlerimiz daha çok acı çekerler, hak etmedikleri işkencelere maruz kalırlar. Bu nedenle herkes artık ayağını denk alsın ve demode şovlara kalkışmasın.  


Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..

İlhan İrem


23 Aralık 2012 "BÜYÜK BULUŞMA".. Fotoğraflar Haluk Candan























23 Aralık 2012 "BÜYÜK BULUŞMA".. Fotoğraflar