20 Aralık 2013 Cuma

KADIKÖY MİTİNGİNE ÇAĞRI









KADIKÖY MİTİNGİNE ÇAĞRI


Yolsuzluk,yağma ve talan iktidarına karşı, İstanbul’umuzu, ülkemizi, çocuklarımızın geleceğini savunmak için 22 Aralık Pazar günü saat 12.00’de Kadıköy meydanındayız.
Ne kadar çok olursak, karanlığın egemenliğinden o kadar çabuk kurtuluruz
Pazar günü 12.00’de Kadıköy Meydanında buluşmak üzere….


SANATÇILAR GİRİŞİMİ


14 Aralık 2013 Cumartesi

Laik Devlet Özgür Toplum bildirisi imzaya açılmıştır‏




 Sanatçılar Girişiminin değerli katılımcıları,

Laik Devlet Özgür Toplum toplantısında okunan bildiri,internet üzerinden imzaya açılmıştır.Bilginize saygıyla sunulur. 

Ataol Behramoğlu

10 Aralık 2013 Salı

Laiklik ve Özgür Toplum Bildirisi‏



Sanatçılar Girişimi’nin Değerli Katılımcıları,

   İlişikte “Laiklik ve Özgür Toplum İçin Basın Açıklaması” başlıklı bildiri ile ilk imzacılar listesi bulunmaktadır.
   13 Aralık Cuma günü saat 11.00’de Taksim Hill Oteli Büyük Salonunda yerli ve yabancı medya önünde yapılacak açıklamaya imzanızı ve basın açıklamasına katılımınızı bekliyoruz.


Ataol Behramoğlu
Sanatçılar Girişimi Dönem Sözcüsü



LAİK DEVLET ÖZGÜR TOPLUM İÇİN
KAMUOYUNA DUYURU

Laik devlet, özgür toplumun temeli, demokrasinin güvencesi, Büyük Atatürk’ün Türk Ulusuna bıraktığı en büyük emanetidir. Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesinin vazgeçilmez yapı taşı olan laiklik,  Atatürk ilke ve devrimlerinin ve çağdaş hukuk devletinin temelini oluşturmuş ve “kul”dan “birey”, ümmet” ten “ulus” yaratarak  insanımıza en büyük onuru yaşatmıştır.

Cumhuriyetin “Aydınlanma Felsefesi”ni içlerine sindiremeyenler, dini siyasi rant aracı olarak kullanarak  halkımızı din ile aldatmayı yıllar boyu sürdürmüşler,  din ve vicdan özgürlüğünün gerçek anlamda güvencesi olan laikliği ortadan kaldırmayı kendilerine hedef seçmişlerdir. Mevcut iktidar, önceki gerici partilerden kendisine miras kalan laik devleti yıkma girişimlerini hızla sürdürmektedir.

Özel yaşamlara ve aile yaşamına müdahale etmeyi kendine hak gören, tek tip birey ve tek tip bir gençlik yaratmayı amaçlayan, fetvayı, yasaların üstünde gören, toplumsal sorunlara bilimsel değil,   dinsel referanslarla çözüm arayan, tüm kamu kurumlarında hızla kadrolaşan ve bir DİN DEVLETİ yaratma hayalini adım adım uygulayan AKP’nin baskıcı ve anti-demokratik müdahaleleri Anayasayı, yasaları ve başta Anayasa Mahkemesi olmak üzere tüm yüksek yargı kurumları kararlarını açıkça ihlal etme boyutuna ulaşmıştır.

Kadın kıyafetini siyaset yapmanın aracı kılarak, kadın sömürüsünün en çarpıcı örneklerini sergileyen iktidar partisi, okullarda başlattığı türban baskısını, kamu görevlilerini kapsayacak şekilde genişleterek Anayasal suç işlemiş,  daha sonra bu suça TBMM’ni de ortak ederek sorumluluğuna siyasi paydaşlar aramıştır.

İktidar sahiplerinin kadın haklarına bakışı, “örtüsüz kadın perdesiz eve benzer; ya satılıktır ya da kiralık” biçimindeki akıl almaz hakaret cümlesiyle özetlenmiş durumdadır. Öğretim sisteminde 4+4+4 darbesiyle başlatılan gericileşme, devlet kuruluşu olan okullarda hem kız çocuklarına hem de öğretmenlere türban baskısıyla  pekiştirilmektedir. Görünüşte dini, gerçekte ise siyasi bir simge olarak kullanılan bu araçla, kamu hizmetinde eşitlik ve tarafsızlık ilkelerinin zemini ortadan kaldırılmıştır.
1994 yılında “tutturmuşlar laiklik elden gidiyor, bu millet istedikten sonra tabii elden gidecek” diyerek yola çıkan siyasal* iktidarın temsil ettiği gerici zihniyet rengini giderek koyulaştırmakta ve halkın günlük yaşamının baskı altına alınmasına uzanmaktadır. Bu  iktidar öğrenci yurtlarında ve evlerinde “kız – erkek yan yana olmaz” biçiminde utanç verici aşağılamalarla; öğretimin “kızlı – erkekli yapılmasının yanlış olduğu”, “kent içi otobüslerin kadın- erkek ayırımına göre düzenlenmesi” gibi çağ dışı ve gerici uygulamaları dayatmaktadır. Anayasa Mahkemesi tarafından “laiklik karşıtı eylemlerin odağı” olarak tescillenmiş iktidar, bu saptamanın ne kadar yerinde olduğunu göstermeye devam etmektedir.

Siyasi iktidar, dünyevi kurallara dayandırılması gereken devlet işlerini, dini gerekçelere dayandırmaya başlamıştır. Gerçekten de yapılmakta olan şey, devlet işlerinin kaynağının siyasetçe yorumlanmış dini buyruklara dayandırılmasıdır. Kimse bu gerçeğin üstünü örtemez; kimse de bunun gözden kaçırılmasına hizmet etmemelidir.

Çağdaş,  ilerici ve demokratik devletlerde hukuksal düzenlemelerin kaynağı yoruma bağlanmış dini kural ve buyruklar değil, toplumun sosyal ve iktisadi gereksinimleri çerçevesindeki dünyevi kurallardır. Bu, her tür din ve inanç özgürlüğünü güvence altına alan laik devlet ilkesi demektir. Karşı karşıya bulunduğumuz durum ise, Türkiye’yi ihvanlaştırma gayretinden ve anayasal laik devlet ilkesini açıkça ihlal etmekten başka bir anlam taşımamaktadır.

Halkımızın büyük bir bölümü laik devlet ilkesini benimsemiş ve içselleştirmiştir. Böyleyken, halkın siyasal temsilcileriyle kanaat önderlerinin şu ya da bu nedenle yılgınlığa düşmeye, davadan geri durmaya, doğruları savunmaktan vazgeçmeye hakları yoktur.

Laik, ilerici, demokratik, özgürlükçü bir Cumhuriyeti savunan siyasal parti ve toplum kesimlerinin “yeni sahte mağduriyetler yaratmama ve bu yöndeki AKP çabalarını boşa çıkarma” gerekçesiyle takındıkları tutum da sonuç vermemiş, laikliği yok etmeyi hedefleyen iktidar, anında daha ileri adımlar atmaya yönelmiştir.
Gelinen bu noktada laiklik ilkesinden taviz vermek gericiliğe teslim olmak demektir, böylesi bir teslimiyetin bedeli ise ödenemeyecek kadar büyüktür.

Bizler, din bezirganı iktidar ve siyasetçilerin,
• hoşgörü kandırmacası ardında toplumun bireylerini "başörtülü bacım – başörtüsüz kadın" veya "dindar nesil - ayyaş nesil" biçiminde ayırıma tabi tutmasını kabul etmeyeceğimizi;
• dini değerlerimizi siyasi çıkarlarına alet etmelerine göz yummayacağımızı;
• laik devleti ortadan kaldırmalarına asla rıza göstermeyeceğimizi;
• laik ve demokratik Cumhuriyetten, Atatürk ilke ve devrimlerinden asla ödün vermeyeceğimizi
• din devleti kurmaya kalkışanların, halka hesap vermesi için çalışacağımızı
kamuoyuna saygıyla duyuruyoruz.

 İlk imzacılar:
1. Gürkut ACAR, Antalya Milletvekili
2. Ahmet ADA, Şair - Yazar
3. Dilek AKAGÜN YILMAZ, Uşak Milletvekili
4. Doç. Dr. Cüneyt AKALIN, Akademisyen
5. Tarık AKAN, Sanatçı
6. Edip AKBAYRAM, Sanatçı
7. Alper AKÇAM, Yazar
8. Gürhan AKDOĞAN CHP Bursa eski il başkanı
9. Suzan AKSOY Sanatçı
10. Prof Dr.Sina AKŞİN
11. Zeki ALASYA, Sanatçı
12. Prof. Dr. Mustafa ALTINTAS, Akademisyen
13. Kemal ANADOL, 23. Dönem Milletvekili
14. Av.Alpay ANTMEN Mersin Baro Başkanı
15. Nurdan ARCA, Sanatçı
16. Cüneyt ARCAYÜREK, Yazar
17. Can ATAKLI, Gazeteci
18. Erendiz ATASÜ, Yazar
19. Engin AYÇA, Yönetmen
20. Prof Dr. Memnune APAK
21. Prof Dr.Yüksel APAK
22. Rutkay AZİZ Sanatçı
23. Dr. Ceyhun BALCI, Hekim
24. Prof. Dr. Birgül AYMAN GÜLER, İzmir Milletvekili
25. Mustafa BALBAY İzmir Milletvekili ,gazeteci
26. Prof. Dr. Süheyl BATUM, Eskişehir Milletvekili
27. Prof Dr.Zerrin BAYRAKTAR
28. Nihat BEHRAM, Şair - yazar
29. Ataol BEHRAMOĞLU, Şair
30. Egemen BERKOZ, Sair
31. Prof Dr. Çetin BOLCAL
32. Prof Dr. Ali Nihat BOZCUK
33. Salih BOZOK, Akademisyen, İktisatçı
34. Prof Dr. Can CEYLAN
35. Prof. Dr. Cevat ÇAPAN, Şair – Çevirmen
36. Ahmet CEMAL, Yazar – Çevirmen
37. Hulki CEVİZOĞLU, Gazeteci – Yazar
38. İsa Çelik, Fotoğraf Sanatçısı – Yazar
39. Prof Dr. Aysel ÇELİKEL
40. Tansel ÇÖLAŞAN, ADD Genel Başkanı
41. Emin ÇÖLAŞAN, Gazeteci – Yazar
42. Prof Dr. Bülent ÇUKUROVA
43. Nurettin DEMİR Muğla milletvekili
44. Murtaza DEMİR, Yazar – Pir Sultan Abdal  2 Temmuz Vakfı Kurucu Genel Başkanı
45. Metin DEMİRTAŞ, Şair
46. Turgut DİBEK  Kırklareli milletvekili
47. Prof. Dr. Ahmet Alpay DİKMEN, Akademisyen
48. Erhan DOĞAN Müzisyen- yazar
49. Necati DOĞRU, Gazeteci - Yazar
50. Oktay EKŞİ, Gazeteci – İstanbul Milletvekili
51. Şükrü ELEKDAĞ Emekli büyükelçi 23.dönem milletvekili
52. Ömer Faruk EMİNAĞAOĞLU, Hukukçu, Yargı sen genel başkanı
53. Prof. Dr. Ali ERCAN, Akademisyen
54. Muzaffer İlhan ERDOST, Yazar – TİHAK Genel Başkanı
55. İlhan Cem ERSEVEN, Araştırmacı – Yazar
56. Yücel ERTEN, Tiyatro Sanatçısı
57. Prof Dr.Semih ERYILDIZ
58. Prof Dr.Demet ERYILDIZ
59. Refik ERYILMAZ Hatay Milletvekili
60. Metin DEMİRTAŞ, Şair
61. Mehmet FARAÇ, Gazeteci – Yazar
62. Prof Dr. Şahin FİLİZ
63. Prof Dr.Dilek GÖZÜTOK
64. A. İlhan GÜLEK, Yazar
65. Yener GÜNEŞ Ulusal Kanal genel yayın yönetmeni
66. Şükrü Sina GÜREL, E. Dışişleri Bakanı
67. Recep GÜRKAN Edirne Milletvekili
68. Mustafa GÜRKAN, Muğla Baro Başkanı
69. Prof. Dr. Bozkurt GÜVENÇ,
70. Av.Turhan İÇLİ
71. Ülker İNCE, Çevirmen
72. Dündar İNCESU, Sanatçı
73. Zehra İPŞİROĞLU, Akademisyen
74. İlhan İREM Sanatçı
75. Zeynep IRGAT, Tiyatro Sanatçısı
76. Ekrem KAHRAMAN, Ressam
77. Prof. Dr. Yakup KEPENEK, Akademisyen
78. Prof. Dr. Naci KEPKEP, Akademisyen
79. Mehmet S. KESIMOĞLU, Kırklareli Milletvekili
80. Tuğrul KESKİN, Şair
81. Arif KESKİNER, Yapımcı-Yönetmen-Yazar
82. Mine KIRIKKANAT, Gazeteci – Yazar
83. Tevfik KIZGINKAYA, TV Programcısı – Gazeteci
84. Prof. Dr. Aziz KONUKMAN, GÜ Öğretim Üyesi
85. Ali İhsan KÖKTÜRK Zonguldak milletvekili
86. Emre KÖPRÜLÜ Tekirdağ Milletvekili
87. Seyyal KÖRPE, Akademisyen
88. Mustafa KÖZ Şair
89. Mehmet Şevki KULKULOĞLU, Kayseri Milletvekili
90. Namık KUYUMCU, Şair – Yazar
91. Tamer LEVENT Sanatçı
92. Ahmet LEVENDOĞLU, Sanatçı
93. Nasuh MAHRUKİ
94. Şahin MENGÜ, Hukukçu – 23. Dönem Manisa Milletvekili
95. Mustafa MUTLU, Gazeteci – Yazar
96. Abdullah NEFES, Şair – Yazar
97. Olcay POYRAZ, Sanatçı
98. Güldal OKUTUCU 22. Dönem milletvekili
99. Yılmaz ONAY, Yazar – Yönetmen
100. Prof. Dr. Mehmet Tuba ONGUN, Akademisyen
101. Zeynep ORAL Gazeteci
102. Filiz OTYAM Fotoğraf sanatçısı
103. Fikret OTYAM Ressam, Yazar
104. Erhan ÖĞÜT Emekli Bükelçi
105. Tokar Öner E. YÖK denetleme kurulu üyesi
106. Prof. Dr. İzzettin ÖNDER, Akademisyen
107. Onur ÖYMEN, E. Büyükelçi
108. Güray ÖZ Gazeteci
109. Celal ÖZCAN, Yazar
110. Yekta Güngör ÖZDEN, Hukukçu
111. Müfit ÖZDEŞ E. Büyükelçi
112. Sevgi ÖZEL, Yazar
113. Abdullah ÖZER, 23. Dönem Bursa  Milletvekili
114. RAMAZAN Kerim ÖZKAN Burdur milletvekili
115. Tuncay ÖZKAN, Gazeteci – Yazar
116. Ali Rıza ÖZTÜRK, Mersin Milletvekili
117. Ümit PAMİR E. Büyükelçi
118. Dr.Yüksel PAZARKAYA Çevirmen,yazar
119. Prof. Dr. Ahmet SALTIK, Akademisyen
120. Prof Dr Rauf SARPER
121. Timur SELÇUK, Müzisyen
122. Mustafa SELMANPAKOĞLU, CHP Ankara E. İl Başkanı
123. Seçkin SELVİ, Çevirmen
124. Bülent SERİM Hukukçu
125. Senar – Selçuk ÜLGER, Çevirmen
126. Atila SERTEL Gazeteci
127. Prof. Dr. Nur SERTER, İstanbul Milletvekili
128. Ali SİRMEN, Gazeteci – Yazar
129. Hakan ŞENOCAK Yazar
130. Pulat TACAR Emekli büyükelçi
131. Mahmut TANAL İstanbul Milletvekili
132. Sönmez TARGAN, 68’liler Birliği Vakfı Başkanı
133. Barış TERKOĞLU, Gazeteci
134. Gülsen TUNCER, Sinema ve Tiyatro Sanatçısı
135. Salih TURAN (Sali), Ressam
136. İsmail TUTOĞLU Sendikacı
137. Engin TÜRKER  Emekli Büyükelçi
138. Prof Dr.Mehmet TOMAMBAY 22.Dönem Milletvekili
139. Yavuz TOP, Müzisyen
140. Merdan YANARDAĞ, Gazeteci – Yazar
141. Prof. Dr. Ruhsar YANMAZ, Akademisyen
142. Prof. Dr. Tolga YARMAN, Akademisyen
143. Prof Dr. Yıldırım YAVUZ
144. Işık YENERSU, Sanatçı
145. Nuri YILDIRIM E. Büyükelçi
146. Prof. Dr. Şiir YILMAZ, Akademisyen
147. İlker YÜCEL Aydınlık Gazetesi genel yayın yönetmeni
148. Ümit ZİLELİ, Gazeteci - Yazar
149. Canan SEZENLER, CHP Kültür ve Sanat Yürütme Kurulu

30 Kasım 2013 Cumartesi

Bugünkü basın toplantısında 14 tiyatrocu tarafından okunan metin:




Biz tiyatrocular diyoruz ki:
Bugün ülkemizde, otoriter polis devleti hevesi ile dinci faşizm iştahı el ele vermiş, temel insan hakları ile insanlık değerlerini hiçe saymaya ve adım adım yok etmeye kararlı görünüyor.
İktidar, bu doğrultuda, kültür ve sanat alanlarına da kıyıcı, yıkıcı, yokedici, kurutucu bir tutumla saldırmaktan geri durmuyor.
Bale sanatını belden aşağı, resim ve heykel sanatını ucube olarak nitelendiren, Fazıl Say’ı düşünce suçlusu ilan eden, Yunus Emre’den Edip Cansever’e kadar bir yazın ordusunu sansürleyen bu zihniyet; sahne sanatlarının her alanına var gücüyle yükleniyor.
Devlet Tiyatrolarını, Devlet Opera ve Balesi ile orkestralarını, ülkenin sanat hayatından silme girişimleri durmadı, durulmadı. Biz tiyatrocular bu gaflet karşısında susmadık, susmayacağız!
Yerel yönetimlere bağlı Şehir Tiyatrolarına boyunduruk vurarak evcilleştirme girişimlerine sessiz kalmadık, kalmayacağız!
İstanbul Atatürk Kültür Merkezi, Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi, Karaca Tiyatrosu, Duru Tiyatro, Emek Sineması, Ankara Akün ve Şinasi Sahneleri gibi sanat yuvalarına yönelik yıkımcılık çabalarına karşı durduk, karşı duracağız!
Şimdi özel tiyatrolara destek konusunun da, ürkünç bir keyfilikle, meşrep bezirgânlığına dönüştürüldüğüne tanık oluyoruz.
Somut demokratik ilkelerden ve bilimsel ölçütlerden yoksun, “Ben kurdum oldu” anlayışı ile tayin edilmiş, yarıdan çoğu bakanlık memurlarından oluşan bu kurulun, kararlarından ortaya çıkan gerçek şudur:
“Siyasal ve düşünsel yönelimleri ayrıştırır, sakıncalı bulduklarıma vermem. Yapay haklı-haksız tartışmaları oluşturarak, sonuçta ulûfe veya sadakaya indirger, yandaş peyleme mekanizması olarak kullanırım.”
Oysa kültür-sanat alanlarına yapılan bütün yatırımların kaynağı, halkın ödediği vergilerinden oluşur. Kimse bu parayı sünnet takılarını bozdurarak temin etmiş değildir.
Toplumun düşünsel ve duygusal esenliği için harcanacak bu kaynakların dağılımında; uygar, demokratik ve akılcı ölçütler oluşturmak gerekir. Bunu da ancak özerk yapıda kurum ya da kuruluşlar yapabilir. İster ödenekli, ister özel tiyatrolarda olsun; bozmaca yönetmelikler ve düzmece kurullarla yapılan iş, ahmak ıslatan gibidir.
Destek için başvuran, başvurmayan, başvurup destek alan, başvurup destek alamayan, destek alıp da reddeden biz tiyatrocular, bir bütün halinde bu kurnazlığın da maskesini düşüreceğiz. Susmuyoruz, susmayacağız!
Uygar dünyanın bu konudaki yöntemi de özgürlük ve özerklik kavramlarında yatar.
Biz tiyatrocular diyoruz ki: Sanat özgürdür, kurumları özerktir!
Özgürlük ve hukuk mücadelemizi kol kola genişletirken; dayanağımız ödenekler değil, bu duruma sessiz kalmayacağına inandığımız seyircimizin destek, dayanışma ve alkışlarıdır.
Susmuyoruz, susmayacağız!...

Tiyatroculardan tek yumruk, tek yürek bir protesto




Tiyatro sanatçıları, iktidarın kültür ve sanat alanındaki kıyıcı ve yıkıcı tutumuna, ‘Sanat özgürdür, kurumları özerktir’ diyerek karşı çıktılar. Ses Tiyatrosu'na gelerek destek veren pek çok katılımcı ‘Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!’ sloganı attı.

Aralarında Genco Erkal, Ferhan Şensoy, Gülriz Sururi, Rutkay Aziz, Yücel Erten, Levent Üzümcü, Gülsen Tuncer, Orhan Aydın’ın da bulunduğu pek çok sanatçı“Susmuyoruz, susmayacağız!” dedi.

“Gezi’ye destek verdikleri” gerekçesiyle Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın bu yılki destek yardımından yoksun bırakılan pek çok özel tiyatro topluluğu geçen gün biraraya gelerek düzenledikleri toplantıda bir komisyon kurmuş, bu komisyon da bakanlığa dava açma kararı almıştı.
Destek için başvuran, başvurmayan, başvurup destek alan, başvurup destek alamayan, destek alıp da reddeden pek çok tiyatro sanatçısı, “bir bütün halinde bu kurnazlığın maskesini düşürmek” amacıyla somut adım atacaklarını belirten bir bildiri hazırladı.
Bildiriyi dün Ses Tiyatrosu’nda Levent Üzümcü, Ferhan Şensoy, Genco Erkal, Gülriz Sururi, Orhan Aydın, Rutkay Aziz, Gülsen Tuncer, Yücel Erten, Nedim Saban ve Emre Kınay okudu. Bildiri sonrası, sanatçılara destek olmak için Ses Tiyatrosu’na gelen pek çok katılımcı “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!” sloganı attı.
Bildiride, iktidarın, kültür ve sanat alanlarına da kıyıcı, yıkıcı, yok edici, kurutucu bir tutumla saldırmaktan geri durmadığı belirtildi:
“Bale sanatını belden aşağı, resim ve heykel sanatını ucube olarak nitelendiren, Fazıl Say’ı düşünce suçlusu ilan eden, Yunus Emre’den Edip Cansever’e kadar bir yazın ordusunu sansürleyen bu zihniyet; sahne sanatlarının her alanına var gücüyle yükleniyor. Devlet Tiyatrolarını, Devlet Opera ve Balesi ile orkestralarını ülkenin sanat hayatından silme girişimleri durmadı, durulmadı. Biz tiyatrocular bu gaflet karşısında susmadık, susmayacağız!”
Sanatçılar, özel tiyatrolara destek konusunun da ürkünç bir keyfilikle, meşrep bezirgânlığına dönüştürüldüğüne tanık olduklarını vurguladılar:
“Somut demokratik ilkelerden ve bilimsel ölçütlerden yoksun, “Ben kurdum oldu” anlayışı ile tayin edilmiş, yarıdan çoğu bakanlık memurlarından oluşan bu kurulun, kararlarından ortaya çıkan gerçek şudur: ‘Siyasal ve düşünsel yönelimleri ayrıştırır, sakıncalı bulduklarıma vermem. Yapay haklı-haksız tartışmaları oluşturarak, sonuçta ulufe veya sadakaya indirger, yandaş peyleme mekanizması olarak kullanırım.’ Oysa kültür-sanat alanlarına yapılan bütün yatırımların kaynağı, halkın ödediği vergilerden oluşur. Kimse sünnet takılarını bozdurarak bu parayı temin etmiş değildir.”
Bildiride, toplumun düşünsel ve duygusal esenliği için harcanacak kaynakların dağılımında; uygar, demokratik ve akılcı ölçütler oluşturulması gerektiği de belirtildi. Bunu da ancak özerk yapıda kurum ya da kuruluşların yapabileceği, ister ödenekli, ister özel tiyatrolarda olsun, bozmaca yönetmelikler ve düzmece kurullarla yapılan işin, ahmakıslatan gibi olacağı ifade edildi.
“Sanat özgürdür, kurumları özerktir!” diyen sanatçılar, özgürlük ve hukuk mücadelelerini kol kola genişletirken; dayanaklarının ödenekler değil, bu duruma sessiz kalmayacaklarına inandıkları seyircinin destek, dayanışma ve alkışları olduğunu vurguladılar.

Ceren Çıplak/Cumhuriyet

27 Kasım 2013 Çarşamba

BASIN AÇIKLAMASINA DAVET‏



Değerli basın emekçileri, sevgili seyircilerimiz ve sanatçı dostlar…


Ülkemiz sanat ve sanatçı düşmanlığında tarihi günler yaşıyor.
Üstümüze bir kara örtü atarak yaftalayıp, ötekileştirmek isteyen sistem yürütücülerine karşı bir araya geliyoruz.
30 Kasım saat 12.00’da SES TİYATROSU’nda sizlerle buluşarak, Genco Erkal, Gülriz Sururi, Rutkay Aziz, Ferhan Şensoy, Mehmet Ergen, Nedim Saban, Yücel Erten, Orhan Aydın, Levent Üzümcü, Mert Fırat ve Emre Kınay tarafından okunacak bildirimizi paylaşmak istiyoruz.
Susmuyoruz, susmayacağız.


SANATÇILAR GİRİŞİMİ
İletişim:
0543 6140108
oaydinoaydin@gmail.com


24 Kasım 2013 Pazar

DAVET (30 Kasım 2013 Cumartesi Saat:12:00 Ses Tiyatrosu)‏




Sevgili arkadaşlar,
 
   Tiyatro Platformu'yla gerçekleştireceğimiz basın açıklaması buluşmasına bütün arkadaşlarımız davetlidir.
     Haksızlığa karşı sesimizi her zamanki gibi en güçlü biçimde yükseltelim.
 
   Sanatçılar Girişimi

9 Kasım 2013 Cumartesi

Sanatçılar Girişiminin 10 Kasım açıklaması


ATATÜRK ULUSÇA ONURUMUZDUR


Kurtuluş Savaşımızın baş komutanı, Cumhuriyetimizin kurucusu, Türk aydınlanmasının önderi Mustafa Kemal Atatürk, ulusça onurumuzdur.
Onun adı, bir ulusun uyanışının, yeniden yaratılışının, aydınlık geleceklere doğru yürüyüşünün simgesidir.
Bu uyanış ve yeniden yaratılış, onun adının ve eyleminin çevresinde bir kez daha şahlanışa geçmiştir.
Mustafa Kemal Atatürk düşmanlığı, evrensel aydınlanma değerlerine, ulusumuzun aydınlık geleceğine, çocuklarımızın bugünlerine ve yarınlarına düşmanlık demektir.
Gericilik, karanlıkçılık, aydınlanma düşmanlığı, bir kez daha yenilgiye, ulusun en büyük çoğunluğunca lanetlenmeye, layık olduğu karanlıklara gömülmeye mahkûmdur.
10 Kasımlar, tıpkı ulusal bayram günlerimiz gibi, ağıt yakma günleri değil, gericiliğe karşı yenilmez birlikteliğimizi en yükseklere çıkarmamız gereken ulusal dayanışma günlerimizdir.
Bu yılın 10 Kasımında da Anıt Kabirde buluşarak, ulusal onurumuza bağlılığımızı en büyük ulusal koro olarak haykıracağız.
Mustafa Kemal Atatürk’ü, bir kez daha, içtenlikle, derin bir bağlılıkla, Türkiye’de gerçekleşmesine önderlik ettiği evrensel aydınlanma değerlerine sarsılmaz inancımızla selamlıyoruz.



Sanatçılar Girişimi

28 Ekim 2013 Pazartesi

CUMHURİYET BAYRAMI KUTLAMALARINA KATILIM ÇAĞRISI







Sanatçılar Girişimi bütün yurtseverleri; laikliğin, çağdaşlığın, ülkemizi uygar ülkeler düzeyine yükselten Cumhuriyet devrimlerinin savunucusu bütün sanat ve kültür insanlarımızı, gericiliğe, Cumhuriyet düşmanlığına karşı, bulundukları her yerde, Cumhuriyetimizin 90.yıl kutlamalarına katılmaya çağırıyor.

Cumhuriyet düşmanlığına geçit vermeyelim.

Aydınlanma düşmanlarına, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı, çağdaşlığın, özgür birey ve özgür toplum olmanın değerlerini daha da yükseklere çıkaralım.




Sanatçılar Girişimi

16 Ekim 2013 Çarşamba

OKTAY EKİNCİ’MİZİ YİTİRDİK



Kardeşimiz, canımız, omuzdaşımız, kültür değerlerimizin yılmaz savunucusu, kent yağmacılarının korkulu düşü, salı buluşmalarımızın esin ve sevinç kaynağı
OKTAY EKİNCİ’mizi
apansız yitirmenin acısı içindeyiz.
Anısı bilincimizden, sevgisi yüreğimizden hiç silinmeyecek.
Yurduna adanmışlığı, yorulmak bilmez çalışkanlığı; alçak gönüllü, özverili kişiliği,
yolumuzu aydınlatmayı sürdürecek.


SANATÇILAR GİRİŞİMİ


20 Eylül 2013 Cuma

FAZIL SAY’I CEZALANDIRMAK




Fazıl Say’ı cezalandırmakta ayak direyen mahkeme, ülkemize, ülkemizin dünyada saygınlığına, sanata, düşünce özgürlüğüne, en temel insan haklarına karşı suç işlemiştir.
Bu kararı verenlerin, işledikleri suçun ağırlığının bilincinde olup olmadıklarını bilemeyiz.
Fakat bilinmelidir ki utanç verici bir mahkeme kararı ve altındaki imzalar, suçlanan kişi için değil, böyle bir karar sahipleri için verilmiş en ağır bir hüküm olarak adalet ve insanlık tarihinde yerini alacaktır.



Sanatçılar Girişimi

3 Eylül 2013 Salı

SAVAŞA KARŞI İMZA KAMPANYASI‏




Sevgili arkadaşlar,

Aşağıdaki metni bilginize sunuyoruz.
Sanatçılar Girişimi yurt savunması dışında her türlü savaşın karşısındadır.
İmzanız Sanatçılar Girişiminin onuru olacaktır.

SANATÇILAR GİRİŞİMİ
Not: İmzalamak isteyenlerin isim ve ünvan bilgisini                                                                              reddediyoruz@gmail.com mailine bildirmelerini rica ediyoruz..



Savaşa Geçit Vermeyelim

Biz aşağıda imzası bulunanlar, Suriye'ye yönelik tırmandırılan askeri müdahale kampanyasının karşısında olduğumuzu ilan ediyoruz. Vicdan sahibi her insan ABD'nin bağımsız bir ülkeye bomba yağdırmasının karşısına dikilmelidir. Dünya üzerinde savaştan yana en ısrarlı tarafın AKP hükümeti olmasından utanç ve kızgınlık duyuyoruz. Türkiye halkının büyük çoğunluğu gibi, bizler de, AKP'nin olası bir saldırıda başta ABD olmak üzere saldırganlara ülkemizdeki olanakları kullandırtmamasını, ülkemizin savaşın mutlak biçimde dışında tutulmasını, Suriye'de kan döken silahlı terör çetelerine kamuoyundan gizli ya da açık olarak verilen desteğin sona erdirilmesini talep ediyoruz.


13 Ağustos 2013 Salı

SANATÇI DÜŞMANLIĞINI LANETLİYORUZ





SANATÇI DÜŞMANLIĞINI LANETLİYORUZ


   AKP diktasına boyun eğmeyen, gericiliğe karşı çıkan, ülkemizin bağımsızlığını ve sanatın özgürlüğünü savunan sanatçılarımıza karşı
gerici çevrelerin ve gerici medyanın saldırısı, kara çalma kampanyası devam ediyor.
   Genç arkadaşımız Memet Ali Alabora’ya karşı twitter yoluyla başlatılan linç kampanyasına değerli sanatçı Suzan Aksoy’a Yeni Akit adlı gazetenin yalan ve hakaret saldırısı eşlik ediyor.
     Arkadaşlarımız ne yalnız ne de sahipsizdir.
     Milyonlarca sevenlerinin, izleyicilerinin yanı sıra, ülkenin bütün vicdan sahibi sanat yaratıcılarının temsilcisi Sanatçılar Girişimi her zaman yanlarındadır ve hep öyle olacaktır.
     Linççileri, iftiracı çevreleri lanetliyor, utanç ve vicdan yoksunluklarıyla  baş başa bırakıyor, hukuk yoluyla da karşılarında olacağımızı bildiriyoruz.



SANATÇILAR GİRİŞİMİ

27 Temmuz 2013 Cumartesi

Sanatçılardan Erdoğan'a sert mektup

Aralarında Fazıl Say'ın da bulunduğu çok sayıda batılı sanatçı ve aydın Haziran Direnişi'nde yaşananlara ilişkin Erdoğan'ı kınayan bir mektup kaleme aldı. Mektup The Times gazetesinde tam sayfa ilan olarak yayımlandı.
İŞTE İLANIN TAM METNİ
Bay Recep Tayyip Erdoğan Türkiye Başbakanı
Ankara , Türkiye. Temmuz 2013
Sayın Bay Erdoğan,
Aşağıda imzası olanlar, bu mektubu sizin polis güçlerinizin İstanbul’da Taksim Meydanı ve Gezi Parkı ile Türkiye’nin diğer büyük şehirlerindeki barışçı gösterileri, Türk Tabipler Birliği’nin verilerine göre beş kişinin ölmesi 11 kişinin ayrım göstermeksizin biber gazı kullanımı nedeniyle gözünü kaybetmesi ve 8 binden fazla kişinin yaralanmasına neden olacak biçimde, zalimce bastırmasını en güçlü şekilde kınamak amacıyla yazıyoruz. Ancak, Taksim Meydanı ve Gezi Parkı’nın benzersiz bir şiddet kullanımıyla boşaltılmasından sadece günler sonra, tek suçları sizin diktatoryal yönetiminize karşı çıkmak olan bu beş ölüye aldırmadan, İstanbul’da Nuremberg Toplanması'nı hatırlatan bir miting düzenlediniz. Sizin hapishanelerinizde Çin ve İran hapishanelerindeki sayının toplamından daha fazla gazeteci var. Buna ek olarak, göstericileri çapulcu, yağmacı, holigan olarak nitelendirdiniz, hatta bu göstericilerin yabancıların yönlendirdiği teröristler olduğunu söylediniz. Oysa gerçekte, bu göstericiler sadece Türkiye’nin kurucusu Kemal Atatürk ’ün öngördüğü şekilde laik bir cumhuriyet olarak kalmasını isteyen gençlerdi. Sonuç olarak, bir yandan ülkenizi AB üyesi yapmaya çalışırken, bir yandan Türkiye’nin bir Egemen Devlet olduğunu söyleyerek, AB liderleri tarafından size yönelik tüm eleştirileri reddediyorsunuz. Size 9 Ağustos 1949’da imzalanmış Konvansiyon uyarınca Türkiye’nin Avrupa Konseyi’nin bir üyesi olduğunu, 18 Mayıs 1954’te Avrupa İnsan Hakları Konvansiyonu'nu imzaladığını ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yetkisini tanıdığını saygıyla hatırlatıyoruz. Bunların sonucunda, beş masum gencin ölümüne neden olan emirleriniz, Strasbourg'da bir davaya dayanak teşkil edebilir.
Saygılarımızla...
Türkiye’den Fazıl Say’ın da yer aldığı, “Başbakan Erdoğan’a açık mektup”un imzacıları şöyle:
ANDREW MANGO, Atatürk'ün biyografisinin yazarı
HUGO PAGE, Avukat
RONALD THWAITES, Avukat
DAVID LYNCH, Yönetmen “Mulholland Drive” filmiyle Altın Palmiye ödülü sahibi
SEAN PENN, Aktör/Yönetmen, “Milk” ve “Mystic River” filmleriyle Oscar sahibi
VANESSA REDGRAVE, Aktris, “Julia” filmiyle Oscar ödülü sahibi
SUSAN SARANDON Aktris, “Dead Man Walking” filmiyle Oscar ödülü sahibi
SIR BEN KINGSLEY, Aktör, “Gandhi” filmiyle Oscar ödülü sahibi
JAMES FOX, Aktör
FREDERIC RAPHAEL, Yazar, “Darling” ile Oscar ödülü sahibi
SIR TOM STOPPARD, Senaryo yazarı, "Shakespeare in Love" filmiyle Oscar ödülü sahibi
CHRISTOPHER HAMPTON, Senaryo yazarı, "Dangerous Liaisons" filmiyle Oscar ödülü sahibi
LORD JULIAN FELLOWES, Senaryo yazarı "Gosford Park" ile Oscar ödülü sahibi
VILMOS ZSIGMOND, Sinematograf, "Close Encounters of the Third Kind" ile Oscar sahibi
BRANKO LUSTIG, Yapımcı, "Schindler's List" ve"Gladiator" ile Oscar ödülü sahibi
RACHEL JOHNSON, Yazar
EDNA O'BRIEN, Yazar
CHRISTOPHER SHINN, Senaryo yazarı
DAVID STARKEY, Anayasa tarihçisi
FAZIL SAY, Besteci-piyanist
LADY CHOLMONDELY, Chopin Society Başkanı
LORD MONSON, Yazar
LORD STRACHCARRON, Belgesel yapımcısı
DOWNSHIRE MARKİSİ, Toprak sahibi
JEREMY CORBYN MP, İşçi Partisi Milletvekili
EDMUND KINGSLEY, Aktör
IGOR USTINOV, Heykeltraş
MAURICE FARHI MBE, Yazar
JACK FOX, Aktör
CLAIRE BERLINSKI, Yazar
OONA CHAPLIN, Aktrist
FUAD KAVUR, Film yapımcısı


26 Temmuz 2013 Cuma

27 Temmuz ve 5 Ağustosa Katılım Çağrısı‏





Sevgili arkadaşlar,


     5 Ağustos 2013 Pazartesi günü Ergenekon diye bilinen davanın karar duruşması gerçekleşecek.
     27 Temmuz Cumartesi günü Saat 14.00’te ise İstanbul Barosu Orhan Apaydın konferans salonunda milletvekilleri, siyasal parti ve sivil toplum örgütü temsilcileri, avukatlar, sanık yakınları ve sanatçıların katılımıyla konuyla ilgili  ortak bir basın açıklaması ve 5 Ağustostaki duruşmaya katılım çağrısı yapılacak.
      Sanatçılar Girişimi olarak hem 27 Mayıs toplantısına, hem 5 Ağustostaki tarihsel önem taşıyan toplantıya katılımımız büyük önem taşıyor.
      Saygılarımla.


      Ataol Behramoğlu

       Sanatçılar Girişimi Dönem Sözcüsü

BEDRİ BAYKAM'DAN DER SPİEGEL'İN TÜRKİYE HAKKINDAKİ SAYISINA YANIT

SANATÇI VE YAZAR BEDRİ BAYKAM’DAN DER SPIEGEL’İN TÜRKİYE ÖZEL SAYISI (24.06.2013) HAKKINDA AÇIK CEVAP
 
“TÜRKLER DE EN AZ AVRUPALILAR KADAR DEMOKRASİ VE ÖZGÜRLÜĞÜ HAK EDİYOR!”
 
“Mr Steinworth’e şu cevabı vermek zorundayım: Eğer Margaret  Thatcher Sovyet Rusya’ya Komünizmi getirdiyse (!), o zaman belki Erdoğan da Türkiye’ye demokrasiyi getirmiştir!!”
 
OPEN ANSWER TO THE ISSUE ON TURKEY OF “DER SPIEGEL”
 (24-6-2013) 
 BY TURKISH ARTIST AND WRITER BEDRİ BAYKAM
 
“TURKS DESERVE DEMOCRACY AND FREEDOM
AS MUCH AS ANY EUROPEAN!”
 
“I must answer Mr. Steinworth that if Margaret Thatcher has brought communism to the Soviet Union (!) then maybe we can say that Erdoğan brought democracy to Turkey!!”
 

            Since the "Gezi Park protests" started, all Europeans and even the rest of the world seemed to be extremely perplexed and caught by surprise! Most of the politicians and media chose to see in Tayyip Erdoğan a strong regional leader and in AKP a party comparable to conservative christian-democrats, serving as a catalyst for reforming the problematic sides of the Turkish Republic. So what could be the source of all these sudden flow of clashes, wild brutal police attack scenes, and protest movements filling up all the streets in so many cities starting from the last day of May?
            Daniel Steinworth has written for the Spiegel, a very much in depth analysis of the recent turmoil and Turkey under the iron fist rule of Erdoğan. He is a journalist I know well, and overall he did a good job in this report. However there are couple serious criticism I will bring to his words as well as some complementary comments.
            Let's first read a very problematic paragraph: "Erdoğan's successes are mostly accepted by everyone. If Atatürk has modernized the country, Erdoğan has turned it into a respected regional power. If Atatürk is known to have secularized Turkey, Erdoğan has democraticized it. In any of his election successes not one single foreign observer has ever expressed any sign of doubt about his status and power".
            I am sorry to have to refuse Steinworth's assumptions right from the start although they reflect correctly the general feeling of the western media and power structure induced in this erroneous line of thinking. If "not one single observer has ever expressed any sign of doubt" this only proves how bad they follow Turkey and how superficial their analysis are! This is only a confession of overt insufficiency! I must tell Mr. Steinworth that if Margaret Thatcher has brought communism to the soviet Union (!) then maybe Erdoğan brought democracy to Turkey!! The Germans who have been able to follow my interviews in the German press and TV know already what I have been talking about for the last several years. Erdoğan on the contrary has gotten rid of most of the foundations of democracy in Turkey by doing his best to kill slowly secularism since he came to power. Everyone should know that there is no democracy without secularism. On top of that, Erdoğan has attacked all the possible branches of democratic opposition to his government. At this point, all the central mainstream media are living under his threats, totally doing now its own sad "self-censorship"!    History will tell us that a censored media is one of the biggest threats to democracy. Furthermore after probably some series of "mysterious" phone calls and meetings, the Turkish press has been obliged to fire its best writers and TV commentators. For example, Emin Çölaşan and Bekir Coşkun were fired from Hürriyet and Ruhat Mengi and Uğur Dündar who have been "asked" to cease contributing to the Doğan Medya TVs. The once valiant Turkish Army which had until recently the charter on ensuring that the fundamental principals of democracy were ever tampered with, has been stripped of this responsibility. Anyway, the west could never understand that institution because of its own image misfittings to any comparison. Now half the generals are in prison for a would be "Coup d' Etat" in order to overthrow the current government. There is no whatsoever proof about these allegations. (Ergenekon and Balyoz court cases). One big difference between the Turkish and say, that of the United States, is that in Turkey although the law is not written any differently, the suspect is considered guilty until his innocence is proven. The latest presentation in court of lawyer Zeynep Küçük, makes it impossible with anybody with a right logical mind, to see any crime related to the intellectuals in prison. I hope that a German prosecutor can have the file translated from Turkish to see with his own eyes what kind of Kafkaesk court case our most important politicians, journalists, writers and academicians imprisoned for 5 years such as Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Mehmet Haberal and Doğu Perinçek have to go through! The university rectors protesting Erdoğan have all been removed from their seats, either taken to prison (!) or just being replaced by conservative if not overtly Islamist ones. The protesting university youth has been subjected to very heavy police brutality and prison sentences long before the Gezi Park clashes. For instance Ferhat Tüzer and Berna Yılmaz were sentenced to 8,5 years in prison for having hold a banner saying "We want free education and we will get it". The Turkish Judiciary system has totally lost its independence towards the Turkish government and now is directly tied to the Ministry of Justice and hence to Mr. Erdoğan. The result now is that almost all government decisions are approved, almost all opposition objections about unconstitutional law amendments are refused. The very pillars of the Nation's democratic values, are strictly controlled by the current regime. It' s common knowledge that most of the cases that have political connotation are first talked about by the government and as a "coincidence", the prosecutors of the Republic end up opening a file on the case. First, the press controlled by the government which gets the leads from the right sources, prepares the ground and the psychological pressure setting then it's all green light for the operation. At this point, 65 journalists are in prison in Turkey and 123 more have ungoing court case (report from CHP). Thus the AKP government now can be proud to be the country that has the most journalists in prison in the world! The Ministers gladly claim that "those are not journalists but terrorists"! Somehow no concrete proof is brought up and most of the detained journalists are very famous or very well known names that the public opinion trusts fully. The Turkish businessmen association TÜSİAD is often facing open or covered threats from the government after asking more democracy or secular education programs. In addition such requests are all too often met with astronomical fiscal fines levied upon them in order to squeltch them from further pursuing this demand which is a basic principal of any democracy. The large secular democratic Kemalist NGO's have been under huge government threats with inspections of all kinds following the very successfull protest ralies they had organized in 2007. I could continue with countless additional examples that demonstrate that we are far from being in front of a leader who has "democraticized Turkey"! If Steinworth is referring to the expansion of the right to wear the veil around the country and in universities and the different direct support brought to the lifestyle of İslamists, in such a narrow field of the understanding of the concept of democracy, we may say that Erdoğan was "successfull" indeed. But even there, Erdoğan has never been a democrat because he never ever accepted the rights of other citizens who chose to live in contemporary non-islamist life styles. Although after every election that he won, he made speeches claiming that he was indeed “the Prime-minister of all Turks, even the ones that didn’t vote for him” he has always debased them, humiliating their lifestyle choice.
            From here, we can move up to the Gezi Protests which has made the news worldwide. So as Erdoğan often states, he is right: All we went through is not related just to the Park and to the protection of ecology. Of course that it goes deeper than that. The Park triggered the release of a tension. The drop too much overflowing the bucket and.. creating a tsunami! The young generation that had been insulted, humiliated by Erdoğan in their daily life choices suddenly woke up from their coma-like stillness and sparkled the streets of the country in an unarmed peacefull revolt against injustice. That famous evening went down to the annals of the turkish media as "the shamefull nights of the penguins". It received this name as the mainstream news channels scared off by the government were busy broadcasting a documentary on the life of penguins or marriage social programs! The rest of the world media, however showed the youth dedicated to their cause, despite the tear-gases, the violence and relentless oppression at unacceptable degrees at a local protest march. Erdoğan's constant debasing of the kemalist period and his autocratic regime switching him from art critic chosing the monuments to be destroyed to doctor of the nation chosing the ban of abortion or cesarian, from nutrition counselor to compulsory choice-maker for the turkish alphabet keypad, from alcohol enemy to constant preacher of religious education in a said to be secular country, was too much to handle for the secular "white Turks". Both for the parents who had embraced Atatürk's legacy since they were born as mature citizens and would rather die than live in a non secular society, as well as for their kids busy playing video games or spending time flirting in bars or watching football...
The police didn't mind throwing tear-gas capsules from only few meters and sometimes using plastic or real bullets. 5 deaths, dozens who have lost their eyes, thousands wounded and several in coma at different degrees. (No member of the government ever called or send a letter of condoleances or regret to none of the families of the dead or the wounded! That’s sadly unbelievable but unfortunately true) Also the fact that the Divan Hotel just near the Park that was used as a infirmary for the ones wounded in the clashes as well lost children could be overtly subject to police's and tear-gas, showed what kind of mercyless attitude government's forces used. (The government since that day, instead of apologizing for that aggression which is not even done during war times, chose to threaten the famous industrial tycoon Koç family, owner of the Hotel, as “collaborators of terrorists”. As this article was  being placed on-line, the heavy-industrial complex TÜPRAŞ co-owned by the Koç family and Shell was under the assault of tax controllers assisted by the police, as well as few other companies of Koç like AYGAZ in gas and OPET in the petroleum sector).
            Steinworth rightly asks the question "so where does Turkey want to be?" Who do we want to be? So it looks rightly in his eyes that Turkey is torn between two ends, the islamic inspiring rural or new transformed city suburban Turkey of Erdoğan, or the progressist, urban, modern society's Turkey. The reality is that that second Turkey was invented in the last decades first by Necmettin Erbakan and than by Erdoğan who could not "digest" the reforms and the cultural revolution of Atatürk, the founder of the Republic. It was made possible not through a big push in the Turkish society but through political minor victories of Erbakan and Erdoğan that were generated by the unforgivable and ridiculous divisions whithin the centres of the Turkish left and right. Erdoğan had become mayor of Istanbul with only 25,19% of the votes where as the centre left took a total of 34,08% and the centre right. 37,59%. In Ankara the same scenario was made possible by a 27,33% victory for Melih Gokcek while the center right divided in two and center left divided in three received each respectively 26,9% and 36,74% . Also in 2002 AKP won the elections with only 34,28 of the votes and got in return 2/3s of the seats in the Parliament due to the lack of coherence in the Turkish voting system turning nul all parties votes that are under 10% because of the threshold. This is how the shift to political İslam has started in the origin in a country where the intrusion of any religion in politics normally is totally forbidden according to the constitution and the law of the political parties.
The constitution court did react to all this intrusion of religion in politics in the year 2008 through the efforts of the Prosecutor of the Republic Abdurrahman Yalçınkaya. However, by the margin of one vote, the Constitution court led by an Islamist leaning President Haşim Kılıç appointed by Turgut Özal, chose to determine that "the AKP is indeed the centre of all unsecular activities and thus will have to pay a financial fine but the Party will not be closed down". Out of 11 members of the high Court, 6 chose to have AKP closed down and 5 decided against. If one more member had decided to have the Party to be closed down, 7 versus 4 would have been a sufficient number. In the days and months following that high court decision, Erdoğan behaved as if he wanted to take his full revenge from the secular society and institutions. The court cases attacking secular writers journalists and academicians started to accelerate. Since around those times, Erdoğan's choice of bad wordings and humiliating sentences directed towards those "who are not on their side" got harsher and more frequent. The world has never seen since World War II, such a leader who divides so openly his own country in rival camps while blatantly and overtly persecuting anyone considered to be opposed to his vision. For Erdoğan, in any situation since he has gotten the most votes in the elections, he will have the right to do whatever he wants without anybody getting in his way. In other words his definition of democracy is extremely narrow and insufficient. On the other hand, it seems more and more obvious for everyone that Erdoğan is seeing “democracy only as an election ritual repeating itself once every four years.” Concepts such as "minority rights-human rights-universal given values such as equality between men and women- ecology-transparency of public biddings and contracts" have obviously no much meaning in his alphabet. That’s why according to him, no matter what a government does during its “reigning years” in power, it should never face any obstructions! Even if they are destroying all the oxygen space of democracy and freedom. The unexpected fall of Mursi in Egypt, brought forward the discussions around the concept of democracy. Very often, the Turkish politicians and press made abstraction about the fact that the Constitution in Egypt, had been dangerously shifted towards unsecular grounds and that the crowds were extremely bothered by the fact that the running President had been trying to control several institutions during the same move, which was threatening the basic existence of the fragile and young democratic values in the country. Probably,as I explained in an open letter to Erdoğan in an article published on July 16th, he could understand this heavily unfortunate situation only if another government was harming directly religious rights of the people, forbidding the free frequentations  of mosks or bringing an age limit of 18 years to the choranic studies etc. İn a case like that, it would be clear that Erdoğan would never say “well what can we do? They are in power, we must just wait for the next elections in two years from now”. Unfortunately, the AKP government’s strange black lists have even come to the point of “forbidding to leave flowers on the Atatürk monuments” on the day of the Republic (October 29) or on the day offered to the Turkish youth by Atatürk, (the 19th of May.)
            Let's not forget that that all this "One man show" was made possible by the contributions of the European Union. Representants of the EU who were involved in the case of Turkey like Arie Oostlander or Claudia Roth, kept giving their approval for Erdoğan cheering gladfully for all his erasings of the Kemalist secular system in every aspect of Turkish social life and politics. Somehow they saw in his acts some democraticizing factors, obviously having understood nothing about the social-democrat realities of kemalism. Thus the EU cheered the Constitutional changes made by the referendum of September 12, 2010. While the EU congratulated the AKP for "having made those democratic changes to the Constitution”, the AKP government became autocratic in all its decision makings! The question remains to be answered: Why and how the EU decided that those changes were "democratic"?Which European country would agree to such a regime where the government is set free to do whatever it wants, without any checks and balances? İs it that they had no time to read or have translated the dossier? Can this ever be an excuse anyway? The result is that the EU has made some very special contributions to this pseudo-democracy reigning over Turkey.
One main reason for all this deaf and dumb relation of the EU with the real Turkish Republic, is the full misreading of the Kemalist period by EU politicians and press. It's not very surprising: if in their own time period and the age of communication, they were unable to read the political career of Erdoğan while it's being broadcasted "live", how do you want them to understand the period of Atatürk from back 75-90years? Obviously with a little help from AKP comments and the "second republican" Turkish journalists, the EU politicians end up seeing in Atatürk a fascist leader who only enforced some european lifestyles reforms on his own people who didn t want it. The reality is that he brought to the country all of the basics of a democratic republic, unlike any leader of his times. Taking the power from the hands of the Sultan and the Khalifa, he brought it down to the earth, to the people of the new Republic. Thus Turkey was also one of the first countries in the world to give equal rights to women in elections. He launched campaigns to speed up the new alphabet reading and writing which (it's never mentioned) increased a lot the level of literacy accross the country. He made all the possible efforts to the development of art and science. He only preached "peace" with the slogan "peace at home, peace abroad" and most important of all, he helped the launching of a plural Party system to rival his own, the Republican Party of the People, CHP. The first one had to be closed down after an assasination plot against Atatürk was put in action. The second one, the “Free Party" led by Fethi Okyar came to life in 1930. It didn't last since the new regimes ennemies created some bloody clashes in İzmir that proved to be the demise of the Party. Nonetheless Atatürk recognized early on, since the twenties, that a true democracy required opposing views. I guess this is enough as main information.I let the reader decide which one of the two has contributed more to democracy in Turkey, Atatürk or Erdoğan?
            In other words, We the "white Turks" as they often talk about us in the foreign press mainly, we believe it's grand time for Europe to question its serious lack of knowledge about Atatürk's era. As a professional artist who is also the President of the Professional Turkish Artists Association (UPSD) I must also answer those lines of Steinworth: "Turkey's actual cultural art circles sponsored by the heirs of the families of the main leading industrial families such as Koc and Sabanci, have nothing in common with the somber kemalist art of the past decades."Well, this is such an anachronical comparison! How can you compare for instance, the period of Max Beckmann and the one of Sigmar Polke? Or can we say that Neo Rauch is somber in the Kemalist style(!) and that on the contrary Johannes Wohnseifer is playfull enough with his Jodi Foster or Reagan puppets? It would not make sense anywhere! But if anybody ever thinks that it does make sense, then I will humbly remind those art connaisseurs that as a kemalist, I started this multi media political art myself in 1987 with the box of democracy and I'll leave it there. Anybody with the right open mind can check the art of Ali Avni Çelebi, or Bedri Rahmi Eyüboğlu from the earlier years of kemalism till Balkan Naci İslimyeli or İsmet Doğan from my generation passing through Burhan Doğançay or Altan Gürman... So Atatürk not only brought all the foundations of modern culture and contemporary art, but most of the artists, filmmakers, writers, theater directors and actors are proud descendants of the Kemalist culture, unlike what Europe would like to believe, just looking at few galleries or exhibits close to kurdish politics. The main "united" art disciplines resistance was launched against the AKP, by the "Artist's İnitiative" (Sanatçılar Girişimi) a year and a half ago, with the countries most famous artists from all fields getting together with the slogan "we refuse!" (Reddediyoruz!) . The names include famous actors (Tarık Akan from the film "Yol", Rutkay Aziz) famous artists ( Mehmet Aksoy - from the destroyed "Monument of Humanity", Ekrem Kahraman, Mehmet Güleryüz), musicians (Edip Akbayram, Fazıl Say, İlhan İrem), famous theater people (Genco Erkal, Ferhan Şensoy, Orhan Aydın), writers (Ataol Behramoğlu- poet, Zeynep Oral - art writer, Ümit Zileli journalist) and hundreds of other names. I speak to you also as one of the three spokesmen of the Initiative.
            Probably, as I like to emphasize, the main problem of western countries is their lack of understanding and knowledge on the very complex history of 20th Century Turkish Politics. Yes, Turkey has had problems in its democracy in the periods before Erdoğan too, but don't forget that since the plural Party system came to Turkey in 1946, the CHP stayed in power only 4 years in the first ones, and later CHP or any other social democrat Party could just be part of a coalition for only some 14 years with the seat of prime minister occupied by them for only 8-9 years. Turkey's rightist governments with various tint of Islamic concessions, are unfortunately mostly responsible of the undemocratic rulings that we know in the country. Even in all these grey years when we look back, not any other leader has ever attracted such massive reaction and none of them ever carried the zero tolerance Erdoğan has towards any criticism, including cartoons! Also often the military coups or memorandums, are often all placed in the same evil basket and commented as a whole, where as in reality they are as different from one another as enemy brothers are. I let serious researchers dig for themselves without blindly believing all the AKP versions on that summary.
            As an epilogue to this ongoing story, I can assert that summary's such as "the Kemalist elite looking down on the rural Turkey" are practical journalistic summaries introduced by AKP that are quite far from the reality. Turkey was a country where religion was lived intensely by anybody who wanted to do so, a country where all levels of social stratum respected each other, including bureaucrats and peasants. We didn' t have Converse or Adidas shoes in years where money was rare, but we had endless pride and self confidence and self respect. We looked to the future with high goals. We were proud to be Turks and believed in democracy, science and art. Atatürk kept our spirit high on darker days. Coming back to today, I will only remind our German friends, that we as Turks deserve the best democracy in the world, as much as any German or any Dutch person. We don' t want to think that an Erdoganish left over of a would be democracy, is good enough for us! So we ask the world to follow closely the situation of intellectuals and journalists as well as protesting masses in Turkey. This applies also to the courtcases starting with Ergenekon and Balyoz (sledgehammer). The world has to make sure that again Erdoğan is not going to act vindictively against all those who questioned his decisions and actions. The already arrested participants to the peacefull mass demonstrations of Gezi Park might be a very bad sign for the future: It's one thing to have your "European Affairs Minister" claim that "democracy of the highest level is alive and well in Turkey", it' s another thing to apply that democracy! Let me tell you an example about what level of "Empire of Fear" we are facing: Actor Mehmet Ali Alabora who happened to give few interviews to media including CNN Int. in the beginning of the crisis had just said "well it's not just about the Park". Well I guess by now the whole world knows that fact. Can you believe that Alabora has been a continuous subject of intimidation, if not threats directly by the Prime-Minister, precisely for having said "it's not just about the Park"?Do you know any country in the EU where such a sentence from an artist can become an issue of harrassment and still be considered a democratic country? You better watch closely what's to follow.
            We expect Europe to restart the dialogue with Turkey right at that point: Reminding of the basic concepts of human rights, secularism, democracy and freedom for everyone, including all the Turks on the opposition camp... This has become an issue of life and death in our country.
            Also, please have someone convince our government that the fact that the whole world reacted spontaneously to the horrorfull images coming from Turkey, does not mean at all that this protest movement was triggered anywhere abroad! This is what they are trying to prove (!) nowadays..

19 Temmuz 2013 Cuma

LEYLA ERBİL’İ YİTİRDİK



    Büyük yazarımız, Sanatçılar Girişimi katılımcısı sevgili Leyla Erbil’i yitirdik.
     Leyla Erbil seçkin ve öncü yazarlık yaratıcılığını devrimci ve yurtsever kişiliğiyle birleştirmeyi başarmış ender bir edebiyat insanıydı.
     Ülkemizin aydınlığa çıkma savaşımda adı ve eseri her zaman anılacak,   örnek olacaktır.

                                     SANATÇILAR GİRİŞİMİ
      

17 Temmuz 2013 Çarşamba

TMMOB bütün bir ülkenin ortak değeridir


Ülkemizde; İnsan hakları, demokrasi, hukuk, eşitlik, adalet , özgürlük , hak arama için ; her tür talan ve yalana karşı insanlık ayağa kalmışken uygulanan faşist baskı, bütün bir devlet aygıtını  kurum ve kuruluşları ile işgal eden AKP diktatörlüğünün siyaset yapma biçimidir.

Ülke içinde ve dışında  tüm işlevini yitirmiş ve her anlamıyla yetkisizleşmiş olan bu diktatörlük, gece yarısı operasyonları ile torbalar dolusu yasalar çıkarma  suçluluk ve aymazlığını da sürdürmektedir.

TMMOB’ne karşı hak gaspını içeren ve bunun üzerinden de tüm sivil toplum kuruluşları ve meslek örgütlerinin  geleceğini karartmaya yönelik olduğu açık olan ‘yeni düzenleme’ kabul edilemez bir aklın ürünü ; faşist, despotik bir kalkışmadır.

Söz konusu yasayı şiddetle reddediyor ve sorumlularını bu yanlıştan bir an önce geri dönmeye çağırıyoruz.

TMMOB bütün bir ülkenin ortak değeridir ve öyle de kalacaktır.

Basına ve halkımıza duyurulur…

Sanatçılar Girişimi

Tarık Akan, Edip Akbayram, Onur Akın,Sunay Akın,Üstün Akmen, Alaattin Aksoy, Mehmet Aksoy, Aytaç arman,  Hayati Asılyazıcı, Semir Aslanyürek, Engin Ayça, Orhan Aydın, Rutkay Aziz, Kürşat Başar,Cezmi Baskın,Bedri Baykam, Nihat Behram,Ataol Behramoğlu, Cahit Berktay, Metin Coşkun,Tuncer Cücenoğlu,İsa Çelik, Nevzat Çelik, Haluk Çetin, Meral Çetinkaya, İsmail Hakkı Demircioğlu, Metin Demirtaş, Nuri Dikeç,Atilla Dorsay, Leyla Erbil, Bilgesu Erenus, Genco Erkal, Altan Erkekli, Erdal Erzincan, Mert Fırat,Müjdat Gezen, Altan Gördüm, Mehmet Güleryüz, Tarık Günersel, Hüseyin Haydar, Emin İgüs, Levent İnanır, Özdemir İnce, İlhan İrem, Ekrem Kahraman, Bülent Kayabaş, Yıldız Kenter, Erol Keskin, Suna Keskin, Tuğrul Keskin, Arif Keskiner, Levent Kırca, Mine Kırıkkanat, Nuri Kurtcebe, Orhan Kurtuldu, Kemal Kocatürk,  Mustafa Köz, Küçük İskender, Zeynep Oral, Yılmaz Onay, Nedim Saban, Vedat Sakman, Sali, Menderes Samancılar, Ferhan Şensoy, Burhan Şeşen, Cihat Tamer,  Yavuz Top, Gülsen Tuncer, Cüneyt Türel, Yaman Tüzcet, Metin Uca, Ersan Uysal, Nejat Yavaşoğulları, Ender Yiğit, Ümit Zileli,Yücel Erten, Aptullah Nefes, Arif Erkin, Erendüz Atasu, Sadık Gürbüz, Sevgi Özel, Güvenç Dağüstün, Çetin Öner, Halük Işık, Levent Ülgen, Sabri Ejder Öziç, Murat Kaya, Hakan Bezirci, Mehmet Ergen, Işık Yenersu, Muzaffer Akyol, Erkut Uzelli, Celile Toyon, Aslı Öngören, Ayten Uncuoğlu, Gökhan Cengizhan, İrfan Ertel, Tolga Savacı, Elif Türkan Çölok, Suzan Aksoy, Umur Bugay, Osman Şengezer, Ufuk Karakoç, Hakan Bezirci, Murat Kaya, Ahmet Sezerel, Nurşim Demir, Eftal Gülbudak, Devrim Karaca, Enver Aysever, Burhan Zorlu, Nuri Dikeç, Gülşen Karakadıoğlu, Taner Barlas, Yüksel Aymaz, Ragıp Yavuz, Selah Özakin, Gökhan Cengizhan, Zafer Doruk, Mehmet Zaman Saçlıoğlu, İbrahim Baştuğ, Saadet Bilir, Halil İbrahim Özcan, Ayten Mutlu, Zeki Sarıhan, İsmail Arslan, Alper Akçam, SonerDemirbaş, Nalan Barbarosoğlu, Öner Yağcı, Lale Dilligil, Tahsin Şimşek, MucizeÖzünal, Orhan Tüleylioğlu, Güney Özkılınç, A. Bülent Yardımcı, Müyesser Güner,Cem Erdeveciler, Ali F. Bilir, Hakan Sürsal, Neşe Karel, Mavisel Yener, FatihAtila, Murat Devrim Dirlikyapan, Atalay Girgin, Tülin Dursun, Şaban Aktaş, ErayKarınca, Günay Güner, Halil Şahan, Coşkun Karabulut, Erdal Atıcı, Mi,neErgen,  Gülderen Canyurt, Murat Demirkol,F. Özel Arabul, Betül Akdağ, Nalan Çelik, Münevver Oğan, Nurittin Yıldıran,Mitat Çelik, Ekin Onat, Tülin Onat, Ayşe Bayramoğlu, Tevfik Kızgınkaya, Canan Sezenler

19 Haziran 2013 Çarşamba

MEHMET ALİ ALABORA’NIN KILINA DOKUNAMAZSINIZ



   Tayyip Erdoğan inanılması güç bir pervasızlıkla suç işlemeye devam ediyor.
   Son olarak genç bir sanatçıyı, Mehmet Ali Alabora’yı hedef gösterdi.
   Böylesine bir küçülmeyi sözcüklerle dile getirebilmek kolay değil.
   Diktatörlüklerde bile böylesine az rastlanır.
    Siyasal yönetim biçimlerinin demokrasi olduğu ülkelerde ise bir başbakanın böylesine küçülüp basitleşebilmesi  tasavvur bile edilemez.
     Fakat Tayip Erdoğan’ın sanata, sanatçıya, aydına, yazara, gazeteciye hakaretlerinin   sayısız örneği bilindiğinden, bu  son örneğe de  şaşırmamak gerekir.
     Yine de  bir taraftar kitlesi önünde genç bir sanatçıyı hedef göstermek, yasal olarak kovuşturulması gereken,  bağışlanamaz bir suçtur.
      Tayyip Erdoğan’ın davranışı Mehmet Ali Alabora’yı küçültmez; aydınlanma değerlerine inanmış çağdaş insanlığın gözünde daha da büyütür.
     Yine de, genç arkadaşımıza yönelik her hangi  bir olumsuz davranışın baş sorumlusu, günümüz Türkiye başbakanı olacaktır.
     Sanattan, sanatçıdan elinizi çekin.
     Mehmet Ali Alabora’lar bu ülkenin onuru, geleceği, güzelliğidir.
      Sözlerimizi bir sözcük oyunuyla tamamlayacak olursak:
     Mehmet Ali Alabora’nın kılına dokunamazsınız, dokundurtmayız.
      Bu yöndeki herhangi bir olumsuz davranışınızla en fazla, gemiciklerinizin alabora oluş sürecini  hızlandırırsınız…



SANATÇILAR GİRİŞİMİ

DÜNYA ŞİİR HAREKETİNDEN TÜRK HALKINA MESAJ / Brief Message to the Turkish People from World Poetry Movement


DÜNYA ŞİİR HAREKETİNDEN TÜRK HALKINA MESAJ


İstanbul şehri dünyanın biriciğidir bu gün.
Onun ruhsal dinginliği, kurtarılmış ilkbahar düşü,
herkese cesaret veren yeni bir soluktur.

Alnın güçlü biçimde yüksektedir, kardeş  Türk halkı.
Bir kez daha deniz gibi gürleyen en güçlü rüzgârsın.
Mutluluğa doğru büyük  adımlarla yürüyüşün sürmektedir.

Sultan Erdoğan’ın jandarmaları vahşice dövüyor seni.

Fakat sen ateşten yüreğinde güçlü bir alev gibi yanıyorsun.

Bu  mektup sana “Savaşmalısın!” diyor.

Türkiye acı çekmekte olan bir güzel ülkedir.

Ve acı çekmeye devam edecek.
Fakat çok şey vaad eden  gelecek uzak değil.

Şimdi binlerce eli var Nâzım Hikmet’in
Ve binlerce eliyle, binlerce yüreğiyle o, diri tutuyor seni, Türkiye’nin cesur halkı.

Ejderhalara karşı çıkmalısın.
Ejderhalar kalenin kapısını tutmuşlar,
onları alt edeceksin.

ve ulaşacaksın sonunda özgürlüğün ve adaletin bahçelerine

Yalnız değilsin bu büyük dünyada.
Bütün insanları dünyanın
Dünya şiir hareketi
yürüyüştedir kucaklamak için
sevgili, kardeş halk,
senin uzun,  görkemli savaşımını.


Dünya Şiir Hareketi(WPM) Eşgüdüm Komitesi

18 Haziran 2013




Brief Message to the Turkish People
from World Poetry Movement


Istanbul city is the unique worldwide today,
its ethereal calm, its dream of recovered spring,
encourage on everybody, a new breath.

Mightily high your forehead, fraternal Turkish people
you are once again, the strongest wind roaring like the sea.
Your stride toward the happiness, it continues.

Sultan Erdogan
's gendarmes are beating you,
wildly,

but you burn like a strong flame in your heart of fire.

This letter says: "You must fight."

Turkey is a beautiful country that suffers,

and will continue still suffering
but it's coming for you, the generous future.

Now Nazim Hikmet has a hundred thousand hands
and with his hundred thousand hands

and his hundred thousand hearts,
he invigorates your spirit, courageous people of Turkey.

You must face up the dragons.
The dragons are guarding the door of the fortress,
you will defeat it

and will penetrate in the end, the gardens of freedom and justice.

You are not alone in this vast world.
All the peoples of the Earth,
our World Poetry Movement, 

go along with you for embracing,
dear brotherly people,
your long flourishing fight.

Coordinating Committee of World Poetry Movement (WPM)
June 18th, 2013.