Nihat Behram
nihat.behram@yurtgazetesi.com.tr
nihat.behram@yurtgazetesi.com.tr
İnsanlığın 13. yüzyıldan ölümsüz ve sönümsüz yanardağı, atamız Yunus Emre’den sonra, 14. yüzyılın yanardağı Kaygusuz Abdal’ın da kara kafalı yobazların makaslı saldırısına hedef olduğu ortaya çıktı!
Yobazların “icraatlarına” öfkeleniyordum da, açıkçası bu “icraata” öfkelenmedim. Tersine, sevindim! Çünkü tam tosladılar; bu “icraatta”, gidici olduklarının işareti çok açık. Bunlar gidici! Bu kesin. Kalıcı olmaları mümkün değil. Bu “icraat”, ölümlü olanın ölümsüz olana saldırısıdır ve insanlık tarihinde, ölümsüze saldıran ölümlünün kalıcılığı ve başarısına ilişkin bir gramlık bile kanıt yoktur. Ama tersiyle, yani ölümsüze saldıranın def olup gidişini anlatan öykülerle, tarihin çöplüğü tıka basa doludur!
Efendim % 50 halk desteği varmış! Evren gibi olsa, yani “halk desteği % 98” olsa ne yazar? Ya da Hitler gibi % 99.5 olsa? Bir coğrafyada, o coğrafyanın ölümsüz atalarına saldıran ölümlülerin kaderi belli. Gidicilik! Osmanlı’da, “Yunus’un katli vaciptir!” diyen ve şiirlerini yok etmeye çalışan Molla Ebu Suud Efendilerin, Molla Kasımların nerde olduklarına bakın, günümüzdeki Molla Ebu Suudların kalıcı mı gidici mi olduğunu anlarsınız. Ama atamız Yunus’un ruhu pas tutmaz çelik gibi, nerdeyse bin yıldır ışıl ışıl! Çünkü o ruh kir tutmaz! Ona saldırmaya yeltenenler ise, tarihin çöplüğündeler. Kayıt böyle!
Yunus’u, Kaygusuz’u sansürleyenler ve ecdatları 36 Padişahın tekmili birden Yunus’un bir dizesiyle kantara çıksın, görelim hangisi ağır? Ölümsüzlükte. Kimi kılıcında kan hiç kurumamış olanları, evlâdını bile boğduranları ecdat bilir; kimininse Yunus, Kaygusuz gibi atası var. Tarihin kantarı bu!
Bakan Dinçer, bu sansürü, “Yunus’a sansürü tartışmak öküz altında buzağı aramaktır!” diye yorumladı. Canının parçası, yani yavrusu ana şiirde yok, kayıp. Nereye nasıl gittiğini aramayalım mı? Faşizm “ileri demokrasi” örtüsünün altından çıktı; bakarsın şiirin kaybolan parçası da öküzün altındadır! MEB Talim Terbiye Kurulu’na göre ise: eksik olmasına rağmen “Şirden beklenen kazanımlar sağlanmış!” Kafaya bak! Kültür Bakanı ise, Noel Baba’nın kemiklerini ülkeye getirmeye uğraşıyor! Yunus’un kemiklerini sızlatmanın utancıyla kızaracağına!
Tabi ki hiçbiri çıkıp açık açık, “Sünni din ve tarikat anlayışımızın önündeki engelleri bir bir kazıma uğraşındayız!” demez. Tam tersi, o yüce değerlerimizi senden benden fazla savunur görünecekler. İçini faşizmle doldurdukları torbanın adı “İleri Demokrasi” değil mi? Eh, bir benzeri de “Yunus’u savunma” torbasıdır! Sünni, özellikle de şeriata dayalı yapının bir kültür mirası olmadığı için şeriatçılar halkın ruhunu emzirdiği kültüre tarih boyunca, “derisini yüzme, kökünü kazıma” hesabıyla saldırmıştır. Geleneksel halk kültürümüzün Yunus’tan Kaygusuz’a, Dadaloğlu’ndan Pir Sultan’a ataları esas olarak Alevi Bektaşi geleneğine bağlıdır. Şeriatçı yobazların tahammül edemedikleri bu gerçekliktir.
AKP dönemindeki halk kültürümüze dönük sansür uygulamaları sıradan bir gericilik olayı değildir. Anadolu kültürünü katledip özünü, odağını değiştirme hesabının bir parçasıdır. Bu sadece AKP’nin de değil, bir halkı esir alma yolunun kültürünü katledip onu kimliksizleştirmekten geçtiğini bilen ABD’nin de hesabıdır. Özellikle de emperyalizmin kuşatması altındaki coğrafyalarda, özgürlük savaşının kültür cephesi çok önemlidir. Amilcar Cabral ‘Ulusal Özgürlük ve Kültür’ yazısında şöyle diyor: “Emperyalist egemenliğin kültürel baskıya hayati gereksinim duyduğu yerde, ulusal kurtuluş zorunlu olarak bir kültür eylemi niteliği de taşır.”
Kültür atalarımıza sansür, basit bir saldırı değil, bir halkın varlık nedeni olan kültür köklerini kesmeye yönelik insanlık suçudur. Bu suçu işleyenleri süpüren tarihin dinamiğine eklenmek insanlık görevidir.
_____________________________________
Kaygusuz Abdal:
“Bana derler ki Şeyâtin (Şeytanlar)
Senin yolunu azdırır
Ben şu zerrâk (riyakâr) sofulardan
Gayri bir Şeytan bilmezem”
Yobazların “icraatlarına” öfkeleniyordum da, açıkçası bu “icraata” öfkelenmedim. Tersine, sevindim! Çünkü tam tosladılar; bu “icraatta”, gidici olduklarının işareti çok açık. Bunlar gidici! Bu kesin. Kalıcı olmaları mümkün değil. Bu “icraat”, ölümlü olanın ölümsüz olana saldırısıdır ve insanlık tarihinde, ölümsüze saldıran ölümlünün kalıcılığı ve başarısına ilişkin bir gramlık bile kanıt yoktur. Ama tersiyle, yani ölümsüze saldıranın def olup gidişini anlatan öykülerle, tarihin çöplüğü tıka basa doludur!
Efendim % 50 halk desteği varmış! Evren gibi olsa, yani “halk desteği % 98” olsa ne yazar? Ya da Hitler gibi % 99.5 olsa? Bir coğrafyada, o coğrafyanın ölümsüz atalarına saldıran ölümlülerin kaderi belli. Gidicilik! Osmanlı’da, “Yunus’un katli vaciptir!” diyen ve şiirlerini yok etmeye çalışan Molla Ebu Suud Efendilerin, Molla Kasımların nerde olduklarına bakın, günümüzdeki Molla Ebu Suudların kalıcı mı gidici mi olduğunu anlarsınız. Ama atamız Yunus’un ruhu pas tutmaz çelik gibi, nerdeyse bin yıldır ışıl ışıl! Çünkü o ruh kir tutmaz! Ona saldırmaya yeltenenler ise, tarihin çöplüğündeler. Kayıt böyle!
Yunus’u, Kaygusuz’u sansürleyenler ve ecdatları 36 Padişahın tekmili birden Yunus’un bir dizesiyle kantara çıksın, görelim hangisi ağır? Ölümsüzlükte. Kimi kılıcında kan hiç kurumamış olanları, evlâdını bile boğduranları ecdat bilir; kimininse Yunus, Kaygusuz gibi atası var. Tarihin kantarı bu!
Bakan Dinçer, bu sansürü, “Yunus’a sansürü tartışmak öküz altında buzağı aramaktır!” diye yorumladı. Canının parçası, yani yavrusu ana şiirde yok, kayıp. Nereye nasıl gittiğini aramayalım mı? Faşizm “ileri demokrasi” örtüsünün altından çıktı; bakarsın şiirin kaybolan parçası da öküzün altındadır! MEB Talim Terbiye Kurulu’na göre ise: eksik olmasına rağmen “Şirden beklenen kazanımlar sağlanmış!” Kafaya bak! Kültür Bakanı ise, Noel Baba’nın kemiklerini ülkeye getirmeye uğraşıyor! Yunus’un kemiklerini sızlatmanın utancıyla kızaracağına!
Tabi ki hiçbiri çıkıp açık açık, “Sünni din ve tarikat anlayışımızın önündeki engelleri bir bir kazıma uğraşındayız!” demez. Tam tersi, o yüce değerlerimizi senden benden fazla savunur görünecekler. İçini faşizmle doldurdukları torbanın adı “İleri Demokrasi” değil mi? Eh, bir benzeri de “Yunus’u savunma” torbasıdır! Sünni, özellikle de şeriata dayalı yapının bir kültür mirası olmadığı için şeriatçılar halkın ruhunu emzirdiği kültüre tarih boyunca, “derisini yüzme, kökünü kazıma” hesabıyla saldırmıştır. Geleneksel halk kültürümüzün Yunus’tan Kaygusuz’a, Dadaloğlu’ndan Pir Sultan’a ataları esas olarak Alevi Bektaşi geleneğine bağlıdır. Şeriatçı yobazların tahammül edemedikleri bu gerçekliktir.
AKP dönemindeki halk kültürümüze dönük sansür uygulamaları sıradan bir gericilik olayı değildir. Anadolu kültürünü katledip özünü, odağını değiştirme hesabının bir parçasıdır. Bu sadece AKP’nin de değil, bir halkı esir alma yolunun kültürünü katledip onu kimliksizleştirmekten geçtiğini bilen ABD’nin de hesabıdır. Özellikle de emperyalizmin kuşatması altındaki coğrafyalarda, özgürlük savaşının kültür cephesi çok önemlidir. Amilcar Cabral ‘Ulusal Özgürlük ve Kültür’ yazısında şöyle diyor: “Emperyalist egemenliğin kültürel baskıya hayati gereksinim duyduğu yerde, ulusal kurtuluş zorunlu olarak bir kültür eylemi niteliği de taşır.”
Kültür atalarımıza sansür, basit bir saldırı değil, bir halkın varlık nedeni olan kültür köklerini kesmeye yönelik insanlık suçudur. Bu suçu işleyenleri süpüren tarihin dinamiğine eklenmek insanlık görevidir.
_____________________________________
Kaygusuz Abdal:
“Bana derler ki Şeyâtin (Şeytanlar)
Senin yolunu azdırır
Ben şu zerrâk (riyakâr) sofulardan
Gayri bir Şeytan bilmezem”
http://www.yurtgazetesi.com.tr/yunusun-kaygusuzun-yaninda-padisah-neyin-nesi-makale,3006.html
Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..
Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.