22 Ocak 2013 Salı

Üç haftaya sığan acı ölümler... / Bedri Baykam / 22 Ocak 2013 tarihli Cumhuriyet makalesi..




           Ölüm kalleş, doğanın acı kanunu ölüm... Tüm siyasal, sosyal, kişisel plan ve hedeflerimizi hiçe sayarak kafasına göre takılır. Üç haftada belirli ölçülerde yakınen tanıdığım, Türkiye'de iz bırakmış beş değerli insan vefat etti. Bir tiyatro sahnesi ki, yönetmenin ne zaman, kimi cımbızla çekip alacağını bilmek imkansız. Kimi belki söyleyeceğini henüz yeni hazırlıyor, kiminin sözü duyulmuş, kiminin ise daha sunamadığı sayısız replik var belleğinde...
           Asım Kocabıyık: Asım Bey'in kendisiyle çok fazla görüşmedim. Oğlu, Ahmet Kocabıyık yakın dostum. Gerek çocuklarını, gerek şirketini nasıl çağdaş bir vizyonla yetiştirdiğini, nasıl aydın ve Atatürkçü bir Türkiye'ye oksijen ve adrenalin verdiğini görünce, rahmetliye hayran olmamak elde değil. Bu başarıların Anadolu'nun ortasında sıfırdan başlayan bir gencin eseri olduğunu hazmettiğimiz zaman ise, işin değeri üç misline çıkıyor. Gerek kurduğu holdingle, gerek ailesiyle, gösteriş hastalığına hiç yakalanmadan  klas ve mütevazı kalmayı becermiş Asım Bey. Hem de “ağır sanatsever” bir aile yetiştirerek! Örnek olsun!
           Metin Kaçan: Sevgili Metin, tabii ki en çok "Ağır Roman"la anılacak. Bu da bir şekilde bizim West Side Story’miz sayılır. Nerede tanıştığımızı hatırlayamam, ama 80'lerin sonlarıydı. Beyoğlu kültürünün bir parçasıydık. Zaten Manastır  atölyem Tarlabaşı’nda olduğu için biz hep oralardaydık. Metin candan, espritüel ama bir o kadar da az konuşan, gözlemci bir arkadaşımızdı. Hasan Kaçan'la futbol oynardık. "Ağır Roman"ın filmi bizim sokaklarda, hatta bizim Manastır binasında çekildi. Tabii o yaşamı, ömür boyunca içinden geçerek masallaştıran Metin, inanılmaz özgün ve çığır açıcı bir filmin mimarı oldu. Çoktandır görüşemiyorduk. İşin acı tarafı sanki kendi senaryosuna bir son seçti Metin... Bu şok haberin dedikodularının çıktığını, bir gün önce bana ortak arkadaşlarımızdan Küçük İskender haber vermişti. Maalesef söylentiler gerçekmiş. Daha üretecek çok eseri vardı.
           Burhan Doğançay: Değerli duayenimizle Amerika dönemimde New York'ta tanıştım. Sergilerim olduğunda kendisi ve rahmetli Erol Akyavaş'la görüşürdük. Burhan Bey haklı olarak o insan öğüten jungle’da gerek Türkiye'nin, gerek burjuvazimizin Türk sanatçılarını yalnız bırakmasını affedemez ve sert eleştirilerini sıralardı. Gerçekten o dev kente imza atmış, müzik dünyasını elinde tutan ünlü vatandaşlarımızdan bile pek destek gelmezdi. Şayet o yıllarda Akyavaş ve Doğançay’ın arkasında bir kadro olsa, en güzel yılları her açıdan çok daha verimli geçebilirdi. Şimdi Tarlabaşı'ndaki Doğançay Müzesi'ni geliştirerek onun ismini en güzel şekilde yaşatmayı, umarım bu toplum başarır.
           Mehmet Ali Birand: Mehmet Ali Bey hakkında çok güzel şeyler söylendi. Onun programlarına defalarca bizler de katıldık. Hep dengeli söz hakkı dağıtmaya çalışırdı. Neden bu kadar sevildiğini herkes düşünmeli. Belki güleryüzü, belki uslubu... 32. Gün, 80'ler boyunca sabırsızlıkla beklenilen bir siyasal aktüalite-belgesel karışımı fenomendi. Bu kadar başarılı televizyoncunun onun ekolünden çıkmış olması tesadüf değil. Kim ne derse desin “MAB” hiçbir zaman medyada haklı eleştirilerimize maruz kalan 2. Cumhuriyetçilerden biri olmadı. Öte yandan bazı Atatürkçüler kendisine kırgındı. Tarafsız görünmeye çalıştı ama herhalde farklı kesimlerle kurabildiği empatiyi, ulusalcılarla veya şehit aileleriyle kuramadı; en azından bu böyle göründü. Neyse, ülkenin gerginliklerinin hesap-kitabına girmenin sırası değil.
            Toktamış Ateş: Ateş'in toplumun daha geniş tabakalarıyla buluşması, Uğur Mumcu'nun ölümünün ardından oldu. Her ne kadar kimse Mumcu'nun yerini alamasa da, Ateş o yıllarda o boşluğu ciddi oranda doldurmaya çalıştı. Solun birliği için 1993’te Taban Operasyonu’nu başlattığımızda, kendisinden büyük destek almıştık. O yıllarda Anadolu'nun herhangi bir noktasında,"Türkan Saylan-Toktamış Ateş-Bedri Baykam" tipik konuşmacı kadrosuydu. Sayısız panele beraber katıldık. Aynı gazetede yazdık. Sonra 90’ların sonlarında önce aramızda  polemikler yaşandı. Daha sonra Ateş, Atatürkçü mücadelenin çekirdek kadrosundan koptu ve 2000’lerin dönüştürülen farklı Türkiyesi döneminde, farklı bölge ittifaklarına girmeyi tercih etti, yollarımız 10 senedir ayrıydı.
            Her birine Allah rahmet eylesin, yakınlarına sabır versin. Umalım ki bu "kötü seri" bitsin. Ölüm, sonsuz sandığımız renkli bir piyesin hakem kararıyla ani perde indirmesi. Ve bu filmin sonunu kimse görmeyecek. Bu da tesellimiz mi, yoksa bu absürditenin parçası olmak bizi zaten meraktan öldüren bir kahır mı, siz karar verin... 


Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.