Bir yıl daha geride kaldı…
Cümleyi yazdığım anda, anlamını yeniden
düşünüyorum:
Geride kalan ne?
Geride kalan bir şey var mı?
Yaşanıp bitmiş olandan, geçmiş olandan
geride bir şey kalmış olabilir mi?
Belki bir sözcük oyunu yapalım:
Yaşanmış olan, yaşanıp bitmiş olduğuna
göre, geride kalan bir şey yok, ama geriye kalan bir şey olacaktır… Yaşanmış
olanların izleri…
*** *** ***
Geçen yılın izleri, 2012 ajandasının sayfalarında duruyor…
Notlar, işaretler, isimler, adresler, telefon numaraları…
Her yeni yılın ajandasına genellikle özenle
başlanır…
Günler ilerledikçe özen kaybolur…
İptal edilmiş ya da tarihi değişmiş bir görüşmenin, toplantının üzeri çizilir…
Böylece ajanda sayfaları da hayatımızın
kendisi gibi karmaşıklaşır,
kimi yazılar okunmaz olur,
kimi adların kime ait olduğu ve oraya ne için yazıldığı unutulur, kimi rakamlar
ya da telefon numaraları içinden çıkılmaz bir muamma gibi durur karşınızda…
Daha çağdaş yaşayanlar, bu notları bir
deftere değil de moda deyimiyle “dijital ortam”da kaydedenler için böyle bir
sorun yok…
İstedikleri an silerler bu günübirlik
notları ve genel olarak yapılan da budur.
Ben yaşanmış olan hayatı da ellerimde
tutmayı seviyorum…
O sayfalardaki karmakarışık notlar, tıpkı
bir günceye yazılanlar gibi, yaşanmış olan hiçbir şeyin sanki büsbütün yitip
gitmemiş olduğunun işaretleri gibi sürdürüyor yaşamını…
*** *** ***
Günce, ya da günlük tutmak daha başka bir
şey…
Her gün değilse de, iki üç haftada bir,
bazen daha kısa bazen daha uzun aralıklarla, yirmili yaşlarımdan bu güne, demek
ki yarım yüzyıldır sürdürüyorum bu alışkanlığımı…
Sayısı onlarca bu defterlere yazdığım
şeyler, ajandaki notlardan farklı olarak, günlük olayların dökümünden çok; okuduğum kitaplara, gördüğüm filmlere,
oyunlara ilişkin düşündüklerim,
gerçekleştirdiğim ya da gerçekleştiremediğim tasarılarım, mutluluklarım yada
düş kırıklıklarım, önem verdiğim
başkaca olaylar ya da olgulardır…
Bu günceler biraz da kendime yazdığım
mektuplar, kendime verdiğim sözler gibidir…
Çok seyrek yaptığım bir şey olsa da,
diyelim ki kırk yıl önceki bir güncenin sayfalarını çevirirken, yaşanmış
olanları bir kez daha (bir burukluk duygusuyla da olsa) yaşıyor olmanın yanı sıra, o günkü kişiyi bugünkünün
bakışıyla da irdeliyorum… Nasıl biriymişim? Nasıl biriyim?...
Marifet midir, değil midir, bilemem… Fakat üslupta
ve biçemde az çok değişiklikler olmuşsa da, içeriğin, kaygıların,
sorunların, en temeldeki kişiliğin pek fazla değişmemiş olduğunu görmek hoşuma
gidiyor…
*** *** ***
Ve tabii şiirler…
Başka sanatlar için de belli ölçülerde
söylenebilir kuşkusuz…fakat şairin yaşamının asıl tanığı şiirler olsa gerek…
Geride kalan yılların bütün yaşantılarını
terazinin bir kefesine, şiirleri öbür kefesine koyduğumda, ağır basacak olan
sanki şiirlerdir…
Yaşadıklarımızdan geride ya da geriye
kalan ne olursa olsun, her şey sonuç olarak bitiyor ve eğer ajandalara ya da
güncelere notlar almışsak oralarda ancak
izleri kalıyor…
Şiirler ise, canlı yaratıklar gibi,
ortalıkta dolaşarak, şairin yaşantılarını, düşlerini, kaygılarını, başka
yaşamlarla buluşturuyor,
ve giderek ortak bir insanlık
yaşamına dönüşüyor…
Böylece, insanlığın asıl yaşamının, asıl
tarihimizin, yarattığımız sanat olduğunu söyleyebiliriz belki de…
Günlük yaşamlarımızın acınası hırgüründe
ondan ne kadar uzak düşmüş olsak da…
050113 Cumartesi yazıları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.