Testosteron
Gülmeyi, hatta gülümsemeyi unuttuğumuz ülkemizde, bir
oyun izlerken neredeyse kasıklarımı
tutmak zorunda kalarak güleceğim aklıma gelmezdi…
Polonyalı oyun yazarı, senarist ve
yönetmen Andrzej Saramanowic’in “Oyun Atölyesi”nde sahnelenen “Testosteron”unda aynen böyle
oldu.
Gülmenin de çeşitleri olsa gerek…
Siyasal içerikli bir güldürüde, biraz
da acı acı gülersiniz. Hatta bu türlü gülmeye “güleriz ağlanacak halimize”
deyişi bile denk düşebilir.
Hiçbir toplumsal ya da psikolojik vb. içeriği
olmayan güldürüler de vardır.
Burada güldüren şey, dil oyunları,
beklenmedik rastlantılar, başkaca tuhaflıklardır…
Siyasal
niteliği olmasa da, herkesi az çok ilgilendirebilecek konuyu, bir sorunu,mizahın penceresinden,
güldürünün bütün olanaklarını
kullanarak
göstermeyi başaran oyunlar da vardır.
Polonyalı Saramanowic’in “Testosteron”u bu
tanıma tam olarak uyan bir sahne yapıtı.
Öyküyü özetlememin gereği yok.
Şu kadarını söyleyeyim:
Sadece erkeklerin, yedi erkek oyuncunun
rol aldığı bu güldürü, gülünçlüğün tepe noktasına ulaştığı noktalarda, bir
erkeklik trajedisine, bir başka deyişle de erkeklik hormonu demek olan “testosteron” trajedisine dönüşebiliyor…
Sanıyorum ki yazarın amaçladığı ve
izlediğim uyarlamanın yönetmeni Kemal Aydoğan’la yedi oyuncunun(Orhan Aydın,
Ruhi Sarı, Emre Altuğ, Gürkan Uygun, Bülent Şakrak, Gökçer Genç, Gökhan
Yıkılkan) başarıyla gerçekleştirdikleri de tam olarak bu…
Tiyatro aynı zamanda bir sahne tasarımı
ve bir dil olgusu olduğuna göre, oyunun sahne tasarımını gerçekleştiren Bengi
Günay başta olmak üzere bu alanda emeği geçen herkesi ve çevirmen Neşe Taluy
Yüce’yi de ayrıca kutlamak gerekir.
Asık yüzlülüğümüzden bir an için olsun
kurtulmak ve kahkahalarla gülerken
“erkeklik” denilen çapraşık ve çok çelişkili olgu üstüne, buna bağlı olarak da kadın erkek ilişkileri
konusunda bir nebze kafa yormak isteyen
herkes, Moda Haluk Bilginer Tiyatrosunda
sahnelenen “Testosteron”u kaçırmamalıdır…
Bernarda Alba’nın Evi
Yazıya başlarken oyunun tanıtma broşüründe 7
Şubat’ın(bu oyunu izlediğim tarihin) son gösteri tarihi olduğu gözüme çarptı ve
üzüldüm.Bu güzel ve başarılı Lorca uyarlamasının sahnede daha uzun süre
kalmasını dilerdim.
Federico Garcia Lorca, sadece İspanyol dilinin değil,
hiç kuşkusuz bütün 20. yüzyıl dünya şiirinin en büyük şairlerindendir.
Türk okuru onun olağanüstü güzellikte
bazı şiirlerini Ülkü Tamer, Cemal Süreya, Sait Maden gibi seçkin şair ve çevirmenlerin
çevirilerinden okumak şansına sahiptir..
Lorca oyun yazarı olarak da önde gelen
bir bir yaratıcıdır.
Oyunlarından en bilineni “Bernarda
Alba’nın Evi”ni “Kumbaracı50”nin minik sahnesinde izledim.
Bu “kara” oyunu unutulmaz kılan
etkenlerden biri de,kuşkusuz, oyuncularla izleyicinin neredeyse yüz yüze oluşuydu…
“Bernarda Alba’nın Evi” “kara” bir
oyundur gerçekten de… Baskıcı bir
toplumda, boğucu bir toplumsal ortamda kadının kara yazgısı dile getirildiği
için…
Oyununu izlerken, şiirleri yaşama sevinci ve ışıkla dolup taşan
sevgili şairin kara yazgısını düşünmemek de elde değil.
Bernarda Alba’nın evinde hüküm süren o
kapkara baskı ortamı, faşistlerin alçakça katlettiği eşsiz şair, seçkin
müzisyen ve oyun yazarının trajedisinin ipuçlarını da veriyor gibidir…
“Oyunbaz” topluluğundan Çehov’un
Martı’sını hayranlıkla izlemiştim…,,
Diyebilirim ki sadece bizim
sahnelerimizde değil başta Rusya olmak üzere başka ülkelerin profesyonel
sahnelerinde izlediğim Çehov uyarlamalarının
en unutulmazıydı…
Bernarda Alba’nın Evi’ni de Martı’nın başarılı yönetmeni Abdullah Cabaluz sahneye
koymuş…
Oyun metni
birkaç çevirmenin(A.Turan Oflazoğlu, Hale Toledo,Caridad Svich)
ürünlerinden yararlanarak oluşturulmuş.
Yönetmen Cabaluz’u ve “Oyunbaz”ın hepsi kadın olan bütün oyuncularını(N.Arol,E.Şahintürk,D.Kılıç,A.Azeri,S.Bilgil,B.Halacaoğlu,P.Akkuzu,
B. Sakarya, F.Engin, G.Ünlü,N.Yılmaz) ayrı ayrı kutluyorum.
Ataol Behramoğlu/Pazar Söyleşileri/ 170213
Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.