İvan Turgenyev’in dilimize “Babalar ve
Oğullar” diye çevrilen ünlü romanının
adının doğru çevirisi “Babalar ve Çocuklar”dır.
Fakat herhalde romandaki “çocuk”
kahramanlar “oğul” olduğu için, İngilizce ve Fransızcaya da bizdeki
gibi “Babalar ve Oğullar” diye çevrilmiş…
Turgenyev gibi bir yazar, romanını
adlandırırken Rusça “sınovya” (oğullar)
değil de “deti” ( çocuklar) demeyi neden yeğlemiş olabilir?
Bunun
dilden önce sosyal bir olgu
olduğunu düşünüyorum.
Kız çocukları ikinci plandadır. Çocuklar
denildiğinde de akla öncelikle oğullar gelecektir…
*** *** ***
Yukarıdaki yorumumda bir yanılgı payı
olabilir.
Fakat bir gerçeklik payı olduğundan da
kuşku duymuyorum.
Bizde bugün de kimi yörelerde kaç
kardeşsiniz sorusunun, şu kadar kardeşiz
dendikten sonra şu kadar da kız kardeşimiz var diye yanıtlandığına tanık
olmuşuzdur…
Babalar ya da anneler de çocuklarını sayarken,neredeyse hemen her zaman
erkek çocuklarına(oğullara) öncelik tanıyarak yaparlar bunu… Örneğin, bir
oğlumuz bir kızımız var gibi…
Oğullar her zaman ayrıcalıklıdır…
*** *** ***
Fakat bu ayrıcalık feodal törelerin hâlâ
belli ölçüde geçerli olduğu bizimki gibi bir ülkede bile giderek etkisini
yitiriyor.
Sadece orta tabaka aydın çevrelerinde değil
en sıradan halk insanları arasında bile kızlarından öncelikli bir sevgi ve
dahası saygıyla söz eden babalara sıklıkla rastlıyorum.
Bu olgu hiç kuşkusuz, kızların da artık
günü gelince kocaya vararak ana baba ocağından uçacak bir evlilik metaı olarak
değil, erkek evlat gibi bir meslek
sahibi olacak, bunun için eğitim gören,
bağımsız bir kişilik olarak algılanmalarıyla ilgili…
*** *** ***
Bir kız babası olmanın nasıl değerli,
ayrıcalıklı, incelikli bir duygu olduğunu, bir kızım olduğunda ve bu eşsiz duyguyu
yaşadıkça anlayacaktım.
Oğlum olmadığı için karşılaştırma
yapamam, zaten buna gerek de görmem.
Hiç kuşkusuz o da aynı ölçüde değerli
bir duygudur.
Fakat babamla ilişkilerimi, onu gerçekten
anlayıp yakınlık duyabilmem, onunla gerçek anlamıyla dost olabilmem için ancak
kendi kırklı yaşlarıma ulaşmam gerektiğini düşündüğümde, baba kız
ilişkilerindeki incelik ve duygululuk farkını daha iyi anlıyorum…
*** *** ***
Bu yazı başlığını bana, sevgili arkadaşım,
kardeşim, kuşağımızın ve çağdaş şiirimizin büyük bir ozanının, Metin Altıok’un;
biricik sevgili kızına, “ömrünün çiçeği”ne, Zeynep’ine yazdığı mektuplar
esinledi…
“Metin
Altıok’tan Zeynep’e Mektuplar” şu günlerde “Kırmızı Kedi” yayınları
arasında okuyucuyla buluştu…
Kitabı
tutarken, sayfalarını çevirirken,
ellerimin arasında sanki bir babanın örselemekten korkarcasına tuttuğum; okşamak,
korumak istediğim yüreği var…
Mektuplar 1979’da İzmir’den, daha sonra 1979-81 yıllarında Metin’in
felsefe öğretmeni olarak gittiği Bingöl’den gönderilmiş. Kitap 1982 tarihli iki
mektup ve uzun bir aradan sonra 1986’da yine Bingöl’den gönderilen bir mektupla
sonlanıyor…
Fakat bu kadar değil… Tekrar başa
dönüyor, Zeynep’in kitaba önsözünü ve önsözün bir devamı olarak Silivri zindanındaki
Tuncay Özkan’a seslenişini bir kez daha okuyorsunuz.
Tuncay Özkan, Zeynep’e bir küçük kız
kardeş yakınlığındaki
Nazlıcan’ın babası…
İkisi de babalarına hasretler…
Bu ortak hasret bir yazgı
yoldaşlığına; onu da aşarak adaletsizlik, zalimlik, kötülük, duyarsızlık karşısında
bir omuzdaşlığa, direniş ve dayanışma arkadaşlığına dönüşüyor…
Bu
arkadaşlık ve babalar ve kızlar arasındaki bu sevgi bağı, bana “Babalar ve
Oğullar”da işlenen konudan da daha çağdaş ve bir destan yüceliğinde görünüyor…
Ataol Behramoğlu/Pazar Söyleşileri/030213
ataolb@cumhuriyet.com.tr
Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.