Yürek sızısı…
Orhan Aydın
Şiirlerini tanıdığımda çocuktum.
Adam bağırıyordu sanki avaz avaz.
Gözlerimi kapadığımda usuma düşen
resim; uçuşan, dalgalı saçları ile isyanı haykıran bir babacan adamdı gelip
karşımda duran.
Söyleyecek sözlerini hemen orada, sesinin
ulaşabileceği en yüksek seviyede söylemek istiyor gibiydi hep.
Resimlerini ilk gördüğüm gün
yanılmadığımı anladım.
Çatık kaşlı, gergin ve her hali ile isyankâr
bir asiydi sanki.
Yazdıklarının hemen hepsiyle tanış
oldum. Ezberime kazıdım şiirlerini. Dünya şiiri ile kurduğu köprüden her şairin
geçmesine izin vermiyordu. Yol önce Nâzım ustanındı sonra, Neruda'nın. Kendisi
de oralarda bir yerlerde olsun yeterdi.
Sözcüklerle kavga etmeyi ve onları
kavganın içinde ateşe atmayı, yaratmak için öğrenmeyi, acının da, sevincin de
şairin bahçesindeki çiçekler olduğunu ondan öğrendim.
Yıllar sonra, elimi uzattığımda,
tanıdığımı sandığım bir koca adamın, yalın, içten, bin çiçek gülüşlü, içinde
fırtınalar kopan, sevda dolu, bir uzun yol yolcusu olduğunu anladım.
Sözcüklerin kavgacısı bu nakış yüzlü
adam, aslında yaşamın bir şiir olduğunu haykırıyordu.
Tiyatromuz için yazdığı oyunu
masanın üzerine attığında; utkularından birini daha gerçekleştirmiş yorgun bir
rahatlık duruyordu yüzünde.
Tarih 1979'du.
'77 ve '78'in baharında geziniyordu
hayat.
"Sokakta tank paleti, sokakta
düdük sesi" hiç eksik değildi.
Faşizmin ayak sesleri geliyordu
uzaklardan rap, rap, rap. Bizimkiler alınlarında güneş, yüreklerinde bin sevda,
kavganın şiiri gibiydiler. Ateş sarmıştı her bir yanımızı. Ölüm haberlerinin
olmadığı tek gün yoktu. Ankara Maltepe'deki Derya sinemasının faşistlerce
bombalandığı gün, biz içerde, yanımızda bu rüzgâr saçlı adam, onun bizler için
yazdığı HIZARCI oyununu prova ediyorduk.
Oyun için yazdığı sözcükler
bombacıları yanıtlıyordu sanki.
"a benim ayakaltım,
a benim kerpiç damım,
geri kalmış kuzum benim, eşkıyam"
a benim kerpiç damım,
geri kalmış kuzum benim, eşkıyam"
Ben, galiba asıl o gün tanıdım onu.
Polisin yakasını toplayan kocaman
iki el, avazı çıktığınca bağırdığında yani.
"Tiyatromuzu bombaladınız
ulannn!"
Hepimiz onunduk.
Tüm oyuncular, dekorlar,
aksesuarlar, kostümler, ışıklar, şarkılar, türküler, afişler ve sözcükler ve
kitaplar.
Biz onunduk. Onun kolu, kanadı,
yüreği, sevdası, kavgasıydık. Bizi nasıl bombalarlardı.
Çankaya emniyet amiri önce onu aldı.
Sonra bizler, kendimizi aldırdık. Tiyatronun karşısındaki müdüriyette kan
kusturdu memurlara, "bizi bombalayan faşistler sizlerden biri, kimse
ortaya çıksın, yoksa zindan ederim dünyayı" diye sokaktan geçenlerin bile
duyacağı bir biçimde haykırıyordu.
Haklıydı.
Emniyet ile tiyatro karşı
karşıyaydık.
Öldüğü günden bu güne tam yirmi
dokuz yıl geçti.
Nasıl da yaşlanıyor hayat!
Anılarımda gezindiğimde, şurada
oturuyor gibi karşımda. Koltuğunun altında siyah, fermuarlı bir çanta, içinde
bin bir çiçek. Hepsi Sivas dağlarından, kırlarından devşirilmiş ya da Binboğalar
da kışlamış akşam türküleri gibi.
Acıyı Bal Eyledik, Oğlak,
Kızılırmak, Temmuz Bildirisi, Kelepçemin Karasında Bir Ak Güvercin, Ağlasun Ay
Şafağı, Koçero Vatan Şiiri, Haziran'da Ölmek Zor, Filizkıran Fırtınası, Acılara
Tutunmak, Işıklarla Oynamayın, Kavel, Kızılkuğu, Kandan Kına Yakılmaz, Tohumlar
Tuz İçinde. Birbirleriyle barışık binlerce dize. Üç tane mizah öykü kitabı. Made- in Turkey, Bıyıklar Konuşuyor, Öhhööö!
Bitmedi, Bedrettin Cömert üstüne çalışmalar ve de çocuklar için; Eşeğin Göz
Yaşları, Aşıcı Baba, Ormanın Öcü, Ressamın Bıldırcınları, Becerikli Çocuğun
Düşleri. Ve de bizlerden başka kimselerin bilmediği o oynanamayan oyun HIZARCI.
Haziranda Ölmek Zor, Nâzım Usta'nın
ardından yazılan bir ağıt.
İşten çıktım
Sokaktayım
Elim yüzüm üstüm başım gazete
Sokakta tank paleti
Sokakta düdük sesi
Sokakta tomson
Sokaktayım
Elim yüzüm üstüm başım gazete
Sokakta tank paleti
Sokakta düdük sesi
Sokakta tomson
Sokaktayım
Gece leylak
Ve tomurcuk kokuyor
Yaralı bir şahin olmuş yüreğim
Uy anam anam
Haziranda ölmek zor!
...
Gece leylak
Ve tomurcuk kokuyor
Yaralı bir şahin olmuş yüreğim
Uy anam anam
Haziranda ölmek zor!
...
Çalışmışım on beş saat
tükenmişim on beş saat
acıkmışım yorulmuşum uykusamışım
anama sövmüş patron
ter döktüğüm gazetede
sıkmışım dişlerimi
sıcak bir ev özlemişim
sıcak bir yemek
ve sıcak bir yatakta
unutturan öpücükler
çıkmışım bir kavgadan
vurmuşum sokaklara
tükenmişim on beş saat
acıkmışım yorulmuşum uykusamışım
anama sövmüş patron
ter döktüğüm gazetede
sıkmışım dişlerimi
sıcak bir ev özlemişim
sıcak bir yemek
ve sıcak bir yatakta
unutturan öpücükler
çıkmışım bir kavgadan
vurmuşum sokaklara
Sokakta tank paleti
sokakta düdük sesi
sarı sarı yapraklarla birlikte sanki
dallarda insan iskeletleri
sokakta düdük sesi
sarı sarı yapraklarla birlikte sanki
dallarda insan iskeletleri
...
Yıllar var ki ter içinde
taşıdım ben bu yükü
bıraktım acının alkışlarına
3 Haziran 63'ü
Yıllar var ki ter içinde
taşıdım ben bu yükü
bıraktım acının alkışlarına
3 Haziran 63'ü
...
Onca zaman sonra bu gün, kaç şair
gezinir tiyatrolarda, kaç sözcük yazılır kavga için, kaç türkü söylenir sevda
için, kaç öykü yazılır emek için, kaç ırmak akar içimizden Kızılırmak gibi, hep
düşünür oldum.
"Işıkları seviyorum ben.
Işıkların altında ışıyan sözcüklerden ötürü, aşkı seviyorum ben, üretime olan
tutkumdan ötürü, sizi seviyorum ben tiyatroya olan açlığımdan ötürü."
Sivas dağlarının mor menekşesi,
HASAN HÜSEYİN KORKMAZGİL, yamaçları mor menekşe kokan bir dağ olalı, tam yirmi
dokuz yıl geçti. Geride öfkesi kaldı.
oaydinoaydin@gmail.com
Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..
Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.