26 Aralık 2012 Çarşamba

Suça iştirak / Nihat Behram


26 Aralık 2012
Suça iştirak
Hukukun işleyeceği ve adil sonuç çıkacağına inansam, hiç durmaz, sorumlu emniyet birimleri hakkında dava açardım. Açmakla kalmaz ibret-i âlem için sorumlu emniyet birimlerini dünyaya teşhir ederdim. Düşünmüyor da değilim. İşin suyu çıktı! Bu nasıl iş ve kaçıncı kez tekrarlanıyor? “Darağacında Üç Fidan” ve “ Ser Verip Sır Vermeyen Bir Yiğit” adlı kitaplarımdan söz ediyorum. İşte yine, evleri basılıp gözaltına alınan ODTÜ’lü gençlere “suç delili” olarak bu kitaplar gösterildi. Hukuk anlayışına bak! Bu kitaplar bütün kitapevlerinde serbestçe satılıyor. “Suç delili”ymiş! Demek ki suçluyum!  Bu kitapları “suç delili” sayan polis, savcı gelip yakama yapışsa ya!

Sabah sabah telefonum çaldı, gazeteden arayan muhabirle aramızda geçen konuşmaya ilişkin düştüğüm not  aynen şu: “Sizi suç delili saymışlar!” diye başladı sorusuna muhabir, polis baskınında ODTÜ’lü gençlerin evlerinde bulunan kitabımdan kasıtla! Rüzgârda uğuldayan ateşle yanıtladım: “Suç delili değil, suçluya karşı direnen gençlerin omuzdaşıyım!”

AB Başmüzakerecisi Bakan, Guardian Gazetesi’nde, “AB,  Türkiye olmadan tamamlanamayacak büyük bir barış projesidir!” demiş. Dese ya: “Bizim polisimiz evleri bastığında bulduğu kitabı ‘suç delili’ gösterir; cezaevleri kitap ve CHE fotoğrafı gibi ‘suç delilleri’yle yatan üniversiteliyle dolu!”

Ben bu kitapları 70’li yıllarda yazdım. Faşist darbeler süresince 20 yıl yasak kaldılar. Yüzlerce yıl ceza istemiyle yargılandım. Ama beraat ettim ve kitaplarım, içlerinde mahkemelerce verilmiş beraat kararıyla, yıllardır kitapevlerinde satılıyor. Ama demek ki, “Darbelerle hesaplaşıyoruz!” diyen sistemin de, önceki darbelerden farkı yok. Başka açıklaması var mı? Dön dur aynı nokta: Faşizm.

Kitaplarımın beraatından sonra defalarca gözaltına alındım. En son, kaldığım otelde, gece yarısı gözaltına aldılar. Sonraki gün karşısına çıkarıldığım savcı, “Bu insanı neden gözaltına aldınız, bu kitaplar serbest!” diye polisleri azarladı. Bana da, havaalanları ve polise hitaben üstünde aynen, “Şahıs hakkındaki tahdit ve fişlerin kaldırılması, aksine sebebiyet veren görevli şahıslar hakkında görevi kötüye kullanmaktan soruşturma açılacağı” ibaresi olan bir yazı verip, “Bunu sürekli yanında taşı!” dedi. Cebimde bu yazıyla savcılıktan çıkarken kapıda gözaltına almak için yine polis bekliyordu!

Polis, evinde, çantasında Deniz’in, Mahir’in, İbo’nun fotoğrafı ya da kitabı çıktı diye gençleri  gözaltına almaktan, kitabı “suç delili” saymaktan bıkmadı. “Silahlı baklava gaspı” suçlamasıyla bu ülkede çocuklar 16 sene ceza yedi. Ben de, “Özgürlük gaspından” devlete dava açtım. İki yıl sonra mahkeme, “Hukuki dayanaktan yoksun olarak gözaltında tutulduğum” için “11 lira 67 kuruş tazminat ödenmesine” karar verdi. Tuttum, “Silahlı Özgürlük Gaspı, özgürlük baklavadan değersiz” diye bir yazı yazdım; bu kez benim hakkımda 20 bin liralık tazminat davası açıldı! İşte “İleri Demokrasi”!

Hani Başbakan “Durmak yok!” diyor ya! Durmuyorlar! Daha geçen hafta, EMEP Dersim İl Örgütü “Deniz’i andıkları için haklarında açılan davadan beraat etti ve Yargıtay bu kararı onadı”. Ama Emniyet berdevam! ODTÜ’lü gençlerin evlerinde bulunan “Darağacında Üç Fidan” ve Deniz fotoğraflarını “suç delili” saydılar! Adana’da, sahnede şiir okuyorum, önüme bir kağıt koyuyorlar, üstünde “Girişte polisler kitabınıza yasak diye el koydu!” yazıyor. Mail geliyor, Diyarbakır’dan kitapçı, “Polis kitabınızın yasak olduğunu söylüyor, acele beraat kararını yollayın!” diyor. Yetti artık, yetti ki ne yetti!


Fotoğrafından korktukları CHE sadece Küba’nın değil, insanlığın kahramanlık simgesidir. Hayatlarından korktukları Denizler halkın gerçek evlatlarıdır. Bunu söylemek suçsa, iştirakçisiyim!



Nâzım Hikmet: “Hiçbir korkuya benzemez halkını satanın korkusu!”

http://www.yurtgazetesi.com.tr/suca-istirak-makale,2945.html

Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.