Silivri 13 Aralık Perşembe günü
izlenimlerimi neresinden başlayıp nasıl özetlemeli…
Duruşma salonunda yer bulabilmek için çok erken saatte yola çıkanlardandım.
Epeyce itiş kakışla da olsa mahkeme
binasının giriş bölümüne kapağı atabildim.
Sonrasında da salon kapılarının önünde, basın mensupları ve izleyicilerle birlikte,
uzun süre beklemek gerekti.
Silivri’de görülmekte olan düzmece dava,
bir sabır sınama süreci.
Bu kez ilk izlenimim, sanıkların da, avukatların da, izleyicilerin
de, sabırlarının her an taşma noktasına
hızla yükseldiği ve zaman zaman da
taştığı oldu…
*** *** ***
Bizi Silivri
esir kampına getiren araba, mahkeme(daha doğrusu ceza ve infaz evi) binasına bir kilometre kadar uzakta durmak zorunda
kaldı.
İnsanlar arabalardan inmiş, tıpkı 29 Ekim
ve 10 Kasım Ankara’sındaki gibi, akın akın ilerlemektelerdi…
Aralarına katıldık…
İşittiğim sevgi, dayanışma sözlerini; el sıkışmak
için uzanan elleri ve o ortak kardeşlik, arkadaşlık duygusuyla ışıldayan
yüzleri unutamam…
Duruşma aralarından birinde dışarı
çıktığımda Türkiye Gençlik Birliğinin
arabası üzerinde konuşma yaparken ve daha sonra yazımı yazmak üzere yine binlerce
kişilik kalabalık içinden kimi kez güçlükle
ilerleyerek arabamıza ulaşmaya çalışırken aynı sevgi ve dayanışma sözleriyle, aynı kucaklayan bakışlarla bizi kuşatan o sevgili insan topluluğunu buradan da sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.
TGB
arabası üzerindeyken topluluktan yükselen “Türkiye
sizinle gurur duyuyor…seslenişine orada yanıt olarak söylediklerimi buradan da tekrarlıyorum:
Sağolun! Ama asıl biz bu Türkiye’yle gurur duyuyoruz… Sizlerin, gerçek
yurtseverlerin Türkiye’siyle…
*** *** ***
Duruşma salonundaki avukatlar bölmesini
hınca hınç dolduran büyük avukat topluluğu, mesleklerinin
gereğince yapılmasına engel olunmasının haklı öfkesi içindeydiler.
Mahkeme başkanı yargıç, sorulara ve taleplere hukukçu olmayan birinin bile tutarsızlığını anlamakta güçlük çekmeyeceği
kaçamak yanıtlar veriyor, iki de bir duruşmaya ara vermek tehdidini
savuruyordu.
Nitekim bunu birkaç kez yaptı da…
Bu arada, herhangi bir ön uyarıda bulunmadan,
izleyicileri salon dışına çıkarttı.
Savcısıyla, yargıçlarıyla bütün bu heyet,
elinde adalet terazisi tutan bir
hukuk kurumu değil; hukuku sopa gibi kullanan despotik bir infaz kurumu görünümündeydi.
Zaten bu düzmece davaların görüldüğü mekân, Silivri Ceza ve İnfaz Evi
adını taşımıyor mu?
Böyle bir mekânda yargılama yapmayı kabul
etmek bile, hukuku, hukukçuluğu daha en baştan küçültüp kirletmiyor mu?
*** *** ***
Basına ayrılan bölümde CHP
Milletvekilleriyle birlikte oturduk.
Bu çirkin ve kötü
gösteri, bu isyan ettirici
adaletsizlik ortamında, hepimiz öfke ve gerilim içindeydik.
Sivil mahkeme salonunda üniformalı görevliler,
yakışıksız bir görüntü oluşturuyor.
Ben bu genç jandarma subayları adına utanç
ve üzüntü duydum.
Aydınlara, yurtseverlere karşı kullanılan
gencecik erlere, çoğu şaşkın bu halk çocuklarına acıdım.
Başta Balbay, Tuncay, Haberal , Silivri tutsakları pırıl pırıldılar…
Tuncay,
“Adalet istiyoruz!” diye defalarca haykırdı.
Balbay, CHP’li meslektaşlarına,
“Ankara’da çok işimiz var!” diye seslendi.
Genç bilimci, sevgili Mehmet Perinçek,
bilgece bir dinginlikle gülümsüyordu.
…*** *** ***
AKP oligarşisini ve Tayyip Erdoğan’ı hâlâ ve henüz
desteklemekte olan büyük kitleler var.
Bu desteğin gözle görülürce azalmasının
yanı sıra , aynı büyüklükte ve sayıları
gittikçe artmakta olan kitleler de bu oligarşiye ve özellikle de tepesindeki kişiye, ivmesi giderek
yükselmekte olan bir nefret ve hınç
duyuyor.
Türkiye toplumunda sevilen ve
sevilmeyen siyasetçiler her zaman
olmuştu, ama bu kadar nefret edilenini anımsamıyorum.
“ Silivri savcısı” ve destekçileri, böylesine bir hınç ve nefret birikimini ciddiye almalıdır…
Ataol Behramoğlu/Cumartesi Yazıları/151212
Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..
Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.