Mimarlık bir sanatsal yaratı olgusu mu,
yoksa kullanımsal işlevin önde olduğu teknik bir çalışma alanı mıdır?
Bu soruya yanıt aramak, insanlığımızın
tarihinde “mağara insanı”nın yaşama ortamına kadar geriye gitmemizi
gerektirebilir.
Mağaralar, bu en eski atalarımızın ilk doğal barınaklarındandı.
Onların bu barınakların duvarlarına
resimler çizdiğini biliyoruz.
Bu resimler öncelikle işlevseldi.
Avlanmak istenilen hayvanın simgesel ele
geçirilişiydi.
Giderek “sanatsal” bir anlam kazandılar.
Bu dönüşüm, insanın çevreyi ve kendisini
algılamasında bir üst aşamaya ulaşmasıydı.
Aynı dönüşümü, tören ve üretim şarkıları
için de söyleyebiliriz.
Şiirsel sözler ve müziksel ezgiler
başlangıçta işlevsel değer taşımaktayken, giderek işlevseli aşan sanatsal
güzellik, sanatsal haz, sanatsal ölçü kavramlarını oluşturdular.
*** *** ***
En eski atalarımızın, mağaralardan
başlayarak barınma alanlarını oluşturan “konut”ları da önce sadece işlevsellik bakımından görmekteyken, zaman
içinde onlara başka değerler kazandırmaya yöneldiklerini biliyoruz.
Daha yeni zamanlarda İnka uygarlığıyla
karşılaşan Avrupalı kolonyalistin, bu uygarlığın yaratısı olan kentlerin
görkemi karşısında gözleri kamaşmıştı.
Resimle, şiirle, müzikle başlayan
sanatsal yaratı, giyim kuşam ve süslenmeyle, koşut olarak da mimariyle bütün
insanlık tarihi boyunca süregelmiştir…
*** *** ***
Bu süregelişin özellikle 20 yüzyılda ve
özellikle de mimarlık alanında tökezlemekte oluşu gözlemleniyor.
Burada bir çelişki var.
20 yüzyılın gökdelenlerinin başları,
önceki yüzyılların gotik ve barok yapıtlarından çok daha yukarılardadır…
Öyleyse neden bir tökezlemenin, mimarinin
sanat olmaktan çıkışının sözü edilmekte?
Bu bir çelişki değil mi?
Bence değil.
Çünkü bu
mimari yapıtlar, sanayi kapitalizminin toplumlara dayattığı
insansızlaştırılmış bir yaşam anlayışının tipik yansımalarıdır.
İnsan ve doğa geri planlara itilmiş,
bireyin sadece ve ancak bir sürünün kişiliksiz parçası olduğu yeni bir yaşam
anlayışı egemen olmuştur.
Bu yaşamda, özgün yaratıya yer yoktur.
Bireysel fantezi, araştırma ve yaratma
şansı yok edilmiştir.
Her şey, bütün insani olgular, kullanım
değerine indirgenmiştir.
Bu sadece mimari için değil, edebiyattan
müziğe, resimden tiyatroya, bütün sanat alanları için böyledir.
İnsan ilişkilerinin kendisi de
derinliksizleştirilmiş, yüzeyselleştirilmiş, sığlaştırılmış; sadece çıkara,
yarara, kullanım değerine indirgenmiş, bu anlamda da kullanılıp atılmaya
yazgılı kılınmıştır….
*** *** ***
İçinde sayısız çoklukta, fakat hiçbir özgünlük taşımayan kişisel yazgıların
yaşanmakta olduğu bu çağdaş oyuklar, belki bir çırpıda yıkılıp atılmak için
programlanmış olmayabilir…
Fakat bunun hiçbir önemi yok.
Yıkılan ikiz kulelerin yerine daha da yükseğini yaparsınız, olur biter.
Fakat aynı şeyi Sinan’ın Selimiye’si,
Paris’in Notre Dame’ı, Kızıl Meydandaki
Ermiş Vasili Katedrali ya Haydar Paşa Garı için söylemek olanaksızdır.
Mimari sanat olmaktan hızla uzaklaşıyor.
Çünkü yaşamlarımızın kendisi, insan
ilişkileri,gittikçe daha sıradan, daha sığ, daha derinliksiz, daha anlamsız,
duygudan ve zekâdan daha yoksun, daha az
özgün olmaktadır….
Doğayı, uzayı katleden teknoloji, insanı insan yapan tüm
değerlerle birlikte onun en özgün yanı olan sanatsal yaratıcılığını da, sadece
mimaride değil sanatın bütün alanlarında, kaba ve sığ bir pazar ekonomisinin,
yaşa ve tüket anlayışlı sığ bir kullanım değerinin buyrultuları doğrultusunda
biçimlendirmekte, daha doğrusu yok etmektedir.
Pazar Söyleşileri/091212
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.